MİRAÇ MUCİZESİNE DAİR SORULAR

SORU = Miraç mucizesine dair akli delil var mı?
CEVAP = Mucizeler akli kaidelerle izah edilemez. Hz.Musa’nın (as) asayla denizi yarması, Hz.İsa’nın (as) çamurdan kuş yapıp (biiznillah) uçurması, Hz.Muhammed’in (sav) miraca yükselmesini akıl ve mantık kriterleriyle izah edemeyiz. Zaten aklın aciz kaldığı şeye mucize denir. Bu açıdan mucizelere ancak tevhid / risalet / kitaba iman edildiği taktirde inanabiliriz. Nitekim Hz.Ebubekir’e (ra) miraç mucizesini soran müşriklere şu cevabı verir. “Ben daha fazlasını düsünüyorum.Hz.Muhammed’in (sav) her daim Allah ile görüştüğüne inanıyorum” diyerek vahyi nazara verir. Hakiki manada Allah’a iman eden, onun gönderdiği rasûlü kabul eden ve ona vahyettiği kitaba inanan her fert peygamberde zuhur eden olağanüstü hadiselere rahatlıkla inanır. Unutmamak gerekir ki; mucizeler Allah’ın icraati olup, rasullerinde zuhur eder. Bu açıdan mucizeyi anlamak için günümüzde velideki keramet, nefsini terbiye eden gayrı müslimdeki istidracı misal verebiliriz.
Peygamberlerin mucizeleri modern ilimlerin son merhalesidir. İnsanlar denizi asayla yaramaz ama tünel yapabilir. İnsanlar çamurdan kuşa hayat veremez ama gen teknolojisiyle klonladığı bazı organları vücud, iç yapısını mekanik sistemle yapacakları robotlara elektrik yükleyerek canlandırabilir.
Hz.Muhammed’in (sav) Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya gidişini bugün uçakla gerçekleştirebilir. Göklere yükselmesini füzeyle kıyaslayabilir. Esir maddesine ait teknolojiye ulaştığında mekan naklini belli ölçülerde gerçekleştirebilir. Fakat sidretûl münteha seviyesinde yolculuk asla yapılamaz.
SORU = Miraç hadisesine dair sahih kaynaklar var mı?
CEVAP = Miraç hadisesi Mekke’de gerçekleşmiş hatta müşrikler bu olayı müslümanların aklını çelmek için kullanmıştır. Nitekim yeni müslüman olan bazı kişilerde sebebiyet vermiştir. Hz.Ebubekir’in (ra) müşriklere verdiği cevap ise dine olan sadakatini (sıdk) ispat etmiştir. Zira çok kavi bir imanı vardı.
Allah Rasûlüne (sav) müşrikler İsra hadisesini özellikle sordular. Zira onun Kûdüs’e hiç gitmediğini biliyorlardı. Kendilerinden bazıları ise Kûdüs’ü biliyorlardı. Rasûlü Ekrem (sav) mescidi Aksa olarak adlandırılan zeytinlik alanı tarif etmisti. Vakıa miraca yükseldiği yer Süleyman mabedine ait kalıntıların olduğu bodrum kat şeklinde belirtilir. Tabii bugün o bölgede kazı yapan yahudiler bu beyanı delil kabul etseydi, mutlaka Kubbetus Sahra’nın inşa edildiği yerde hak iddia ederdi. Zira o alan kuvvetle muhtemel boş bir tarla ve yıkık bir mabed konumundaydı. Müslümanlar çok zaman sonra oraya mescidi Ömeriye ve Kubbetûs Sahra’yı inşa ettiler.
Bunun dışında Allah Rasûlü (sav) Mekke’ye gelmekte olan kafileden bahsetmişti. Bu kafilede eşyasını kaybeden birisinden bahsetmişti. Onların şehre varış süresini söylemişti. Bu kafile Mekke’ye ulaştığında tüm söyledikleri doğru çıkmıştır.
SORU = Miraç mucizesi Kûr’an ve hadislerde nasıl geçmektedir?
CEVAP = Kûr’an-ı Kerim’de İsra sûresinde Hz.Muhammed’in (sav) Mescidi Harâm’dan (Mekke) Mescidi Aksâ’ya (Kûdüs) yolculuğu açıkça belirtilmiştir. Bu konuda İslâm ulemasında tam bir ittifak bulunmaktadır.
Allah Rasûlünün (sav) Mescidi Aksâ’dan miraca yükselmesi ise Necm sûresinde işaret edilmektedir. Nitekim bu ayetler Hz.Muhammed’in (sav) sahih kabul edilen onlarca hadisleriyle teyid edilerek, güçlenmiştir. Bu açıdan cumhuru ulema miracıda kabul etmektedir.
SORU = İsra ve miraç beden ve ruh ile mi? Yoksa sadece ruh ile mi yapıldı?
CEVAP = Mekke’deki Mescidi Harâm’dan Kûdüs’teki Mescidi Aksâ’ya yapılan isra yolculuğunun beden ve ruhla birlikte yapıldığına dair kesin ittifak var.
Mescidi Aksâ’dan Sidretûl Müntehaya doğru yükselme (miraç) konusunda İslâm aleminde ihtilaf bulunmaktadır. Meseleye zahiri bakanlar bu yolculuğun sadece ruhen olduğunu ileri sürerken, büyük bir çoğunluk ise hem beden hemde ruhun birlikte seyahat ettiğini kabul ederler.
Sadece ruhun yolculuk ettiğini iddia edenler şunu delil getirir. Allah Rasûlü (sav) miraçtan döndüğünden henüz yatağındaki sıcaklık devam ediyordu. Halbuki mucizeyi idrak edememekten kaynaklanan bir yaklaşım ortaya koymuşlardır. Zira mucizenin sahibi olan Allah için zaman ve mekan söz konusu değildir. Ayrıca Kûr’an-ı Kerim’de farklı zaman birimlerinden bahsedilir. “Onlar sizin senenizle 50.000 senede oraya ulaşır. Yada sizin senenizle 1.000 sene eder” gibi meleklere veya ahiret hayatına dair farklı zaman birimlerinden bahseder. (Zaman kavramı için KADER ve KÛN FE YEKÛN adlı makalelerde tafsilatlı açıklama bulunmaktadır) — Meseleyi tayyı zaman ve tayyı mekan açısından da ele alabiliriz. Nitekim Hz.Süleyman’ın (as) yönetim kurulundaki Asaf bir anda Belkıs’ın tahtını bir aylık mesafeden getirmişti.
Allah Rasûlünün (sav) miraç yolculuğuna dair bahsettiği konulardan birisi meseleye ışık tutacaktır. “Ya rabbi ayağımı nereye basayım?” Kendisine “ayağını ayağının üzerine basması” soylenmiştir. Bu ifade bize yolculuğun beden ve ruhun birlikte yapıldığını göstermektedir.
SORU = Necm sûresindeki ayetel kûbra / sidretûl münteha / kabî kavseyni ev edna tabirlerini nasıl anlamalıyız?
CEVAP = Necm sûresindeki ayetel kübra : büyük ayetler, sidretûl münteha : son noktadaki sidre (ağacı), kabî kavseyni ev edna = iki yay aralığı mesafe manasına gelmektedir.
Ayetel Kûbra için bazı alimler miraç hakkındaki hadislerden hareketle cennet ve cehenneme dair görülen şeylerin olduğunu belirtmişler. Bazı alimler ise rüyeti cemalin müşahedesi olarak yorumlamışlardır.
Sidretûl Münteha hakkındaki hadislerde onun çok büyük bir ağaç olduğu ve herbir yaprağının bir milleti içine aldığı belirtiliyor. Bazı rivayetlerde bu ağaç ve yaprakların nuraniyetinden bahsedilir. Kanaati acizanemce bir nevi hayat ağacını sembolize eden Sidre’nin herbir yaprağı bir milleti temsil etmektedir. Tabii bu milletler sadece insanlar ve cinler olmayıp, tüm mahlukata dair cinsleri temsil etmektedir. Zira Allah Rasûlü (sav); “köpekler tek bir millet olmasaydı sayet hepsinin öldürülmesini emrederdim” buyurmak suretiyle ekosistemde vazifeli her mahlukun aynı zamanda bir millet hususiyetini nazara vermektedir.
Kabe Kavseyni ev ednâ : iki yay aralığı hatta daha yakın sözcüğüyle Allah Rasûlünün (sav) kime bu kadar çok yaklaştığı İslâm alimleri arasında münakaşa konusu olmuştur. Bazı alimler Hz.Muhammed’in (sav) Hz.Cebrail (as) ile yakınlaştığını iddia eder. Buna delil olarak yolculuğun dönüşünde onu ikinci defa ayan beyan gördüğünü delil getirirler. Bazı alimler ise Hz.Muhammed’in (sav) Hz.Allah’ın (cc) rüyetini (yüz) gördüğünü iddia ederler. Hz.Aişe (ra) gibi bazı sahabiler hiçbir beşerin Allah’ı göremeyeceğini iddia eder. Bazı sahabiler ise bunun mümkün olabileceğini iddia eder. Bediuzzaman Said Nursi (ra) ise rüyeti cemal sözcüğünü kullanır. Tabii kendisi bununla Allah’ın zatı mı? Allah’ın cemal sıfatı mı? Allah’ın cemil ismi mi? Olduğuna dair net bir ifadede bulunmaz. Sadece Allah’ın zatına mazhariyet, esmasını en üst seviyede müşahededen bahseder.
İslâm ulemasının 1.400 senedir ittifak edemediği asıl nokta burası olmuştur. Allah Rasûlü (sav) neyi görmüştü ki; “Ne göz kamaştı, ne haddi aştı” ayetleri tebcil ediyordu?
Birçok müfessire göre Necm sûresinin ilk ayetlerinde Allah rasûlüne (sav) teveccüh eden Hz.Cebrail (as) olarak görünmektedir. Daha sonra tekrar ona yaklaşanın yine Hz.Cebrail (as) olduğu iddia edilmektedir. Haddizatında onu tekrar iniş esnasında gerçek haliyle gördüğü ifade edilir. Ardından vahy hususunda vahyedenin Hz.Cebrail (as) mi? Yoksa bizzat Hz.Allah (cc) mı? Hususunda netlik görünmüyor. Halbuki Allah Rasûlü (sav) tekvir sûresinde Hz.Cebrail’i (as) gerçek suretinde gördüğüne dair başka bir ayet daha bulunmaktadır. Bu açıdan onu tekrar görmesinde şaşmaya varacak bir hayrete düşmesini gerektirecek bir durum söz konusu değildir.
“İki yay aralığı kadar yaklaştı ve ona vahyedeceğini vahyetti” ayeti açısından Hz.Cebrail’in (as) ilk vahyden itibaren Hz.Muhammed’e (sav) açıktan vahyettiğine dair “ikra” ayetleri bulunmaktadır. Miraç hadisesinin 8/11 yılları arasında olduğunu düşünürsek, Hz.Cebrail’in (as) yüzlerce defa vahy için ziyarete geldiğini ifade edebiliriz. Bu açıdan Rasûlü Ekrem’in (sav) Hz.Cebrail’i (as) hangi şekilde olursa olsun görmesinde hayrete sevk edecek bir durum söz konusu görünmemektedir.
Mütevatir hadisler ışığında Allah Rasûlü (sav) ile Hz.Cebrail’in (as) yolculuğunda 7 kat semanın kat edildiği ardından bazı mertebelerde duran meleklerin ilk kez kapılarını açtığı merhalelerin bulunduğu aşamalardan geçtiklerini okuyoruz. Bir noktadan sonra Hz.Cebrail’in (as) daha öteye geçemeyeceğini ifade ederek, Hz.Muhammed’in (sav) yolculuğu tek başına yapması gerektiğini müşahede ediyoruz. Allah Rasûlü (sav) tek başına ulaştığı son noktada (münteha) mekanın olmadığını müşahede ederek, “ayağımı nereye basayım?” dedi. Kendisine “ayağını ayağının üzerine bas” buyuruldu. Bu ulaştığı mekanın son noktasında Sidre ağacını ve yanında Me’va cennetini gördü. Orada Allah hiç kimseye ikram etmediği, büyük ayetlerden bazılarını gösterdi. Bu muazzam ikram karşısında Allah Rasûlünün (sav) ne gözü şaştı, ne haddi aştı!
Allah Rasûlü (sav) nasut ve melekût alemlerin son noktasına ulaşmıştı. Öyle bir nokta ki; imkan ile vücub arasında bir yerdi. Kendisi Allah’ın sonsuz isimlerinin ilk tecelli noktasına ulaşmıştı. İşte bu nokta mahlukat için en son noktayı teşkil ediyordu. Allah’ın kulları içinde hiç kimse bu kadar perdesiz bir noktada hakikati müşahede etmemişti. Bu nedenle o gördüğü ilk tecelli adeta rüyeti cemal olarak zannedildi. Halbuki Allah’ın zatı (kendisi), sıfatları (özellikleri), esması (nitelikleri) sonsuzdu. Bu nedenle Allah’ın zatını / sıfatlarını / esmasını hicbir yaratılan varlık müşahede edemezdi. Zira sonu olan hiçbir varlık sonsuz birşeyi idrak edemez.
Nitekim Hz.Musa (as) Tûr dağında “görün bana, bakayım sana” arzusunda bulunmuştu. Lakin Allah (cc) oradaki dağa Kahhar ismiyle tecelli ettiğinde, dağ paramparça olmuş ve Hz.Musa (as) o şiddetten ötürü bayılmıştı. Rivayetlere göre Allah’ın (cc) Kahhar ismi 70.000 perdeden dağa tecelli etmişti. Allah’ın (cc) Hz.Musa (as) ile konuşmasında yine binlerce perdenin olduğu belirtilir.
Kabe kavseyni ev edna (iki yay aralığı) konusu kanaati acizanemce tevil gerektiriyor. Burada gerçek manada iki tane yaydan ziyade abd ile mabud arasındaki alâka nazara verilmektedir. Bu açıdan arzın merkezinden Sidretûl Müntehaya kadar olan alâmeti farikanın iki ucu şeklinde bir kavis veya kinaye düşünülebilir.
Kûr’an-ı Kerim’de “andolsun insan ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurulur. Yine başka bir ayette “beytullahı ziyaretin Allah’ın kulları üzerindeki hakkı” olarak belirtilir. Yine ” Mescidi Harâm’da hidayetinize bir yol vardır” buyurulur. Yeryüzünde ilk inşa edilen bina Kâ’be olup, kulluğun sembolize edilmiş şeklidir. Biz hakikatte Kâ’benin duvar sütunlarına değil, amudi nurani olan alameti farikasına secde ederiz. Lakin o nurani şeyin orada olduğunu belirlemek için çevresi sütunlarla belirlenmiştir. Bizde o nurani keyfiyet hatırına onu çevreleyen sütunlara dahi hürmet ederiz.
Diğer taraftan ilk yaratılan nûr Allah rasûlünün (sav) nurudur. Kainattaki kulluğu en üst perdeden temsil edecek zat yine Allah rasûlüdür. Zira mahlukat içinde cansız varlıklar -> bitkiler -> hayvanlar -> akıl sahibi mahluklar -> iman sahibi olanlar -> peygamberler -> ulûl azm peygamberler ve onlar içinden en üst perdeyi sidretûl müntehadan ötürü Hz.Muhammed (sav) teşkil etmektedir. Bu açıdan kulluğun asıl hikmeti ve en kıymetli meyvesi onu en üst perdeden temsil eden zat olmaktadır. Bu nedenle mahiyeti Kâbe ile Hz.Muhammed’in (sav) kulluk misyonu sarmaş dolaş arzın merkezinden sidretûl müntehaya bir yay oluşturmaktadır. Mûmînlerde kendi kullukları nispetinde mahiyeti Kâbe ile sarmaş dolaş olarak, kendilerine takdir edilen kabe kavseyni ev edna ufkuna çıkmalıdır. (Allahû alem)
SORU = Hz.Muhammed’e (sav) miracta ne gördüğüne dair ashabı kiramdan soru soran oldu mu?
CEVAP = Ashabı kiramın miraçta ne olduğuna dair farklı görüşlere sahip olması ya Rasûlü Ekrem’e (sav) meseleyi sor(a)madıkları veya Allah ile Rasûl arasındaki mahrem bölümü yanıtsız bırakıldığı anlaşılmaktadır. Zira Fahrı Kainat Efendimiz (sav) miraç yolculuğunda birçok esrarattan ve ahiret sahnelerine ait bölümlerden bahsetmesine rağmen ayetel kübra adına neyi müşahede ettiğini belirtmemiş! Kûr’an-ı Kerim’de de esrarata dair işaretler ve onları yer yer açıklayan hadisler olmasına rağmen adeta kapı aralığından bir nebze salih kullara müjde ve teşvik sunulmuş!
Kûr’an-ı Kerim’de Hz.Muhammed’in (sav) emrolunduğu gibi dosdoğru olması ve kendisine vahyedilen herşeyi tastamam iletmesine hatta ilettiğine dair emirler bulunmaktadır. Hz.Aişe (ra) Allah Rasûlünün (sav) vahy hususunda hicbir şeye ekleme veya gizlemede asla bulunmadığını belirtir. Eğer böyle bir tasarrufu olsaydı muhakkak Zeyneb binti Cahş ile kıyılan nikâhını gizlerdi. Zira o emiri yerine getirirken çok zorlandığını ifade eder. Arap adetlerinde üvey evladın boşadığı kadını almak çok ayıplanırdı. Allah ise araplardaki bu kötü âdeti yıkmak için bizzat Hz.Muhammed (sav) ile Hz.Zeyneb’in (ra) nikâhını kıymıştı.
Miraç hadisesinin ele alındığı necm sûresinin hemen ikinci ayetinde “O (Hz.Muhammed sav) heva ve hevesinden konuşmaz” buyurarak, ardından anlatılacak hadisenin doğruluğuna bizzat Allah şahidlik etmektedir.
Miraç ile alâkalı mahlukatı ilgilendiren kısımlar ayet ve hadislerle gerekli görüldüğü kadar ele alınmıştır. Bundan ötesi ise Hz.Muhammed’in (sav) şahsına ait hususi ikramdır. Rasûlü Ekrem (sav) kendisine yapılan bu iltifatı faş etmek yerine gizlemeyi tercih etmiştir. Nitekim evliyaullah kendisine ikram edilen hususi halleri gizlemeyi Allah ile aralarındaki mahremiyet adına namus olarak görmüşlerdir. Sadece toplumu veya ilgili oldukları tarikati (cemaati) müşterek iltifatını beyan etme veya imâ etme mecburiyeti vardır.
SORU = Hz.Muhammed (sav) dışında miraca çıkan başka rasûl var mı?
CEVAP = Hz.Muhammed (sav) gibi sidretûl münteha seviyesinde bir miraç hiçbir nebiye nasip olmamıştır. Kûr’an-ı Kerim’de sadece Hz.İdris (as) ve Hz.İsa’nın (as) semaya yükseltildiği belirtilmiştir.
SORU = Allah’ı salih kulların dünya veya ahirette görmesi mümkün mü?
CEVAP = Sonsuz bir varlığın perdesiz ve hailsiz müşahede edilmesi sonlu varlık adına mümkün değildir. Haddizatın Hz.Musa (as) ulûl azm bir peygamber dahi bu arzusuna kavuşamamıştır. Hatta Allah’ın Kahhar ismi bir dağa tecelli ederek, onu paramparça etmiş ve bu hadisenin dehşetiyle Hz.Musa (as) baygınlık geçirmişti. Haddizatında Allah rahman / kerim / latif / rezzak / hayy gibi diğer isimleriyle dahi tecelli etseydi durum değişmeyecekti. Hz.Musa’nın (as) ibadet için Tûr dağına daha sonra gelen ashabıda bu talepte ısrar edince, bulundukları yer sarsılmış ve hepsi birer kütük gibi etrafa savrulmuştu. Bu açıdan insan haddini bilmelidir.
Allah Rasûlü (sav) sahih hadislere göre ahirette salih kullardan sadece firdevs cennetine girenlerin Allah’ı ayın ondördü (dolunay) gibi net bir şekilde göreceğinden bahsetmiştir. Hatta Zatı zülcelal ve tekaddes hazretlerinin cûma yamaçlarında salih kullarına Rahman sûresini okuyacağından haber vermiştir.
Allah Rasûlü (sav) “namaz mûmînin miracıdır” buyuruyor. Nitekim tahiyatta önce Allah’ı medhü sena, ardından Allah’ın (cc) rasûlüne (sav) selamı, daha sonra Rasûlü Ekremin (sav) salih kullara selâm göndermesi, en sonunda salih kulların Allah ve rasûlüne şehadet etmesi aslında cennetteki bu hadiseyi arzulama ve onun ön serenomisi şeklinde ifade edilebilir. Zira dünyada her amelin cennet veya cehennemde bir karşılığı bulunmaktadır. Allah’ı müşahede etmenin dünya hayatındaki karşılığı ise miraç televvünlü namazdır.
Firdevs cennetinde kanaati acizanemce yine Allah’ın zatı / sıfatları / esmasından ziyade sonsuz varlıktan sonlu varlığa geçiş noktası diyebileceğimiz ilk basamağa dair reşhanın mertebesini müşahede edeceğiz. Kûr’an-ı Kerim’de “ne gözler gördü, ne kulaklar işitti” iltifatıyla bahsedilen hususi ve en azami ikramlar zannediyorum firdevs cennetindeki bu ihsanlar olacaktır.
İnsan ve cinler ahirette lezzet ve elemi maksimum seviyede alabilmesi için tüm fonksiyonları en üst seviyeye çıkacaktır. Bu istifadenin zirvesi ise cennetûl firdevste cûma yamaçlarında Zatı Bari adına müşahede hakikat ile cehennemin en ağır azabının yaşandığı nokta olacaktır.

10264457_488061044654029_1399401971

Yorum bırakın