ALLAH’A İLTİCA EDENLERİN MİRACI

Nihayet beklenen tohum toprağın bağrına düştü. Henüz doğmadan babasını, 4 yaşında ise annesini kaybeden bir yetim olmuştu.
Daha annesine doyamadan onu kaybetmişti masum yavru…
“EY EBVA’DA YATAN ÖLÜ! BAĞRINDA AÇTI, ALEMLERİN EN GÜZEL GÜLÜ”
Ey alemin sana kurban olduğu yetim! Bizleride istemez misin? İstikbaldeki birer Halime anneciğin…
Henüz çocuk iken çok sevdiği dedeside ahirete yürümüş ve amcazadesinin evine sığınmıştı.
“Hayat seni ne çabuk üzdü! Gel efendim sinelerimize sığın! Seni başlarımıza taç edelim…”
Gariplerin hamisi olup, hıfzûl fûdûl derneğine dahil olmuştu. Artık mağdurlarında sinesine girmiş ve onlara umut ışığı olmuştu.
Bugünde milyonlarca yetim ve gariban sefine-i Muhammediyeye (sav) sığınıyor ve livaûl hamd sancağında himaye bekliyor…
Seneler var ki; hep Hira’da uzlete çekiliyorsun! Zannediyorum hep kainatı tefekkür ediyorsun… İzin verir misin? Bizlerde senin yanında küçücük azığımızla refekatçi olalım…
Ekili tarlaları süren çiftçi olsunda kainat tarlasını süren birisi olmasın?
Güzel kafiyeleri dizen bir şair olsunda güzel melodileri seslendiren kuşların bestecisi olmasın?
Elbiseleri diken terzi olsunda, bitkileri / hayvanları velhasıl tabiatı her mevsim giydiren bir zanaatkâr olmasın?
Lezzetli yemekleri pişiren bir aşçı olsunda tabiat mutfağında pişen hurmalar / ballar / sütler / domateslerin bir aşçısı olmasın?
Güzel tabloları çizen bir ressam olsunda harkulade kainat tablosunu çizen bir mahir usta olmasın?
Hem bu dediklerimizi Varaka bin Nefvel / Zeyd ibni Amir / Kuss ibni Saide / talihsiz ibni Ebi Salt’ta zikrediyor.
Yine sessizlik örtüsüne büründünüz! Yoksa hadiseleri rüyada görüp, bu senaryonun sahibini mi merak ediyorsunuz?
Bizlerde hakikat yolunda müjdeli haberi, inan hep sadık rüyalarda bekliyoruz! Ya Rasûlallah! Ne olur bizleri daha fazla bekletme…
40 yıldır kainat kitabını (enfüste gerek afâkta) okumayı arzu ediyorsunuz. Artık rüyalar birer hakikat şeklini aldı. Beklenen emin habercinin gelmesi yakındır!
“İkra! Bismirabbikellezi halâk! Halâkal insane min alâk! İkra ve rabbûlel ekrem! Ellezi allame bil kalem! Allamel insane mâlem yağlem”
Korkma! Sen semada Ahmed (as) arzda Muhammed’sin (sav) efendim! Birgün gelecek sema ehli başlarını mübarek ayağına adeta kaldırım taşı gibi dizecekler. Birgün gelecek alemlerin rabbi sana hususi iltifatta bulunacak. Birgün gelecek makamı Mahmud’a ereceksin… O gün bizleride hatırlar mısın ya Rasûlallah ?
Sen onlara Ukaz panayırında ziyafet sofraları hazırlarken, onlar sana Kâ’bede devenin işkembesini layık görüyorlar.
Sen insanları gül bahçelerine davet ederken, onlar sana Taif’te taş yağmurunu reva gördüler.
Sen onları cehennem ateşine girmekten men ederken, onlar seni ve arkandakileri boykot ederek, dünyadan mahrum ediyorlar.
Sen onlara hizmet için ömrünü vakfettim! Onlar ise senin canını almak için pusu kurdular. Yetmedi mallarını yağmaladılar. Yetmedi hakaretler savurdular. Yetmedi peşinden gidenleri aç ve susuzluğa terk ettiler. Yetmedi evladının gözü önünde anne ve babasını katlettiler. Yetmedi hicret edenleri terörist yaftasıyla esir etmek istediler.
Bugünde senin hasbi yiğitlerin aynı zulümlere maruz kalıyor. 14 asırdan bugüne inan hiçbir şey değişmedi. Bize hergün Kerbela hergün matem ya Rasûlallah… Ruhu revani Muhammedi (sav) şehbal açsın diye cihanın dörtbir yanına hicret eden yiğitleri inan bugünde terörist yaftasıyla esir etmek istiyorlar. Hak ve hukuk dinlemeden mallarını yağmalayıp, kayyım atıyorlar. Senin ümmetin olduğunu iddia eden bir sürü insanda haramilerin safında yer alarak, buna alkış tutuyorlar. Hergün galiz küfür ve hakaretlerle utanmadan sana ümmet olduklarını iddia ediyorlar…
Hüzün senesiydi! Hani tüm malını yolunda infak eden biricik eşiniz Hz.Hatice (ra) anamız ahirete yürümüştü. Ardında 40 sene himaye eden amcanız ile ayrılık baki olmuştu. Acaba ehli kitapta el insaf olur mu? Düşüncesiyle Taif’e gitmiştiniz! Ama sizden önce kin ve gayz ete kemiğe bürünüp, çoktan taş yağmuruna dönüşmüştü! Koşa koşa giderek göz yaşları içinde bir bahçeye sığınmıştınız. “Yakın düşmanlarıma mı? Uzak düşmanlarıma mı? Beni kime bırakıyorsun? …. Diye Allah’a yakarmıştınız!”
Ya Rasûlallah (sav)! Keşke o gün önünde / arkanda / sağında / solunda olaydım! Keşke sana atılan taşlara siper olaydım! Bilesiniz ki; bugünde her taraftan taşlar atılıyor. Hergün vücudumdan bir yer kanıyor. Hele seni hicveden taşlar yok mu? Hele senin davana hizmet eden gönül erlerine tacizler yok mu? Hele “rabbim Allah” dedikleri için katledilenler yok mu?
Ya Rasûlallah (sav)! Bizlerde senin arkanda durup, ellerimizi Allah’a açıyoruz!
Allah’ım bizleri kime bırakıyorsun? Yakın düşmanlarımıza mı? Uzak düşmanlarımıza mı? Mallarımızı gasp eden haramiler sürüsüne mi? Bizleri esir etmek isteyen mûnafıklar güruhuna mı? Onlara alkış tutup, utanmadan sana secde eden zavallılara mı?
Ey nebi! Bizlerde senin samimiyet ve sadakatin asla olmayacak ama inan ki; senin yolundanda asla dönen aramızda olmayacak! Alemlerin rabbi seni o bahçede Addas’ın iman etmesiyle teselli edip, duana icabet olarak melekler göndermişti! Siz ise zalimlerin zürriyetinden tek bir fert bile gelecekse şayet bunları sineye çektiğinizi bildirecektiniz.
Bizlerde inan böyle bir teselliye çok iştiyak duyuyoruz. Günler var ki; zulüm zulüm üstüne katlanıyor ve müjdeli haberlere hep hasret kalıyoruz. Ne olurdu? Sizde biz garipleri ziyaret ederek, teselli etseydiniz! Yada Addasları göndererek, müjdeler verseydiniz. Bizlerde senin arkanda saf bağlayarak, gönlümüz kırık olsada, “onların soyundan halis bir mûmîn gelecekse şayet onların topluca helâk olmasını istemeyiz” diyeceğiz…
Ya Rasûlallah (sav)! Bir gece alemlerin rabbi seni en üst perdeden teselli etmek için çevresini mübarek kıldığı Mescidi Aksa’ya götürmüştü. Ardından büyük ayetlerini müşahede etmeniz için en mahrem kapıları aralamış ve sidretûl müntehanın yamaçlarında huzuruna almıştı. Öyle ki; abd ile mabud arasındaki kabı kavseyni ev edna ancak bu kadar yakın olurdu!
Anladık ki; bu diğergamlık olmadan sema kapıları açılmıyor!
Anladık ki; mallarıyla canlarıyla imtihana maruz kalmadan iman üzerine hayat olmuyor!
Anladık ki; hizmeti Kûr’aniye yolunda eski kavimlerin başına gelenleri yaşamadan sana ümmet olunmuyor!
Ey efendim! Sen ki; alemlere rahmet olarak gönderildin! Sen ki; gariplerin hamisi, yetimlerin şefiki oldun! O gün Hz.Cebrail (as) dahi aradan çekilip, seni rabbinle başbaşa bırakmıştı. Sen ise o makamda dahi salihleri unutmadın! Zira ne gözlerin kamaştı! Ne de aklın şaştı! (Necm sûresi)
Zira alem senin muazzam kulluğunun icra edilmesi için yaratıldı. “Levlake! Ve mâ halâktûl eflâk” medhiyeleri sizin için söylenmişti. Sizde vallahi onu en üst mertebede temsil ederek, makamı Mahmud’a ulaştınız! Nasıl mı?
Ya Rasulallah (sav)! Varlığın özü olan kulluk ile mahiyeti Kâ’be-i Muazzamanın sarmaş dolaş olup, sidretûl münteha yolculuğunda Kabî Kavseyni Ev Edna çizgisine ulaşmak ne güzel! Vallahi senden başka kim oraya gitseydi! Muhakkak gözleri şaşar, aklı karışır ve asla geri dönmezdi! Allah’ın selamına mazhar olup, kim geri dönmek isterdi?
Neden dönsünler ki? Tekrar taş yağmuruna mı tutulsun? Başına işkembeler mi konulsun? Yollarına dikenler mi salınsın? Hergün binlerce hakarete muhatap mı olsun? Mallarına el mi konulsun? Gözleri önünde inanan gönüllere yapılan zulümlere mi katlansın?
Ama siz yine hasbiliğinizi göstererek bir adım daha atıyordunuz! Ve herkesin unutacağı en üst makamda dahi peşinden giden gariplere “selâm” diyordunuz! Vallahi bizlerde “eşhedû en lâ ilâhe illallâh ve eşhedû enne Muhammedûn abdûhû ve rasûluh” diyoruz, diyeceğiz…
Bir yetimin başını okşarken garipleri unutmayan, Kimsesizlerin Kimsesi olan rabbinin huzurunda ehlini hiç unutur mu? Hani birgün “bana soyumdan gelenler değil, yolumdan gidenler yakındır” buyurmustunuz!
O ne civanmertlik ki; tekrar dünyaya avdet etmiştiniz! Neden?
Bunca zulme tekrar katlanmak neden?
Bunca iftiraya tekrar muhatap olmak neden?
Bunca ciğersiz hadiseyle tekrar dağidar olmak neden?
Anladım ki; garipleride yanınıza alıp, götürmeden cennete tek başına girmeye razı olmuyorsunuz!
Anladım ki; kıyamete kadar gelecek kardeşlerinize bağrınızı açmadan gitmek istemiyorsunuz!
Anladım ki; onların başlarını okşamadan, “HA GAYRET! ÇOĞU GİTTİ, AZI KALDI!” diyerek, davalarına omuz vermekten vazgeçmiyorsunuz!
Anladım ki; onlara İblis bize ise SİZ (sav) sahip çıkmadan, bu işi asla yarım bırakmıyorsunuz!
Anladım ki; halimizi Allah’a arzederken sizde bize, iliklerimize kadar hissedeceğimiz şekilde sahip çıkıyorsunuz.
Hani birgün çok sevdiğin beldeye Hacc için gitmiştiniz! Arafatta ümmetinize son hutbeyi irad etmiştiniz! O gün Allah’a karşı şirk koşmayın! Kadınlar Allah’ın sizlere birer emanetidir! Kan davasını ve faizi ayağımın altına aldım! Diyerek birçok nasihatte bulunmuştunuz… Ardından “tebliğ ettim mi?” buyurarak elinizi havaya kaldırıp, “ŞAHİD OL YARAB!” demiştiniz!
Anladık ki; artık ahirete irtihal etmek istiyorsunuz. Artık hastalandığınızda ellerine dua okuyup, size üflemelerine izin vermiyorsunuz! Birgün “kavmimden çok çektim ya Aişe” diyerek, azda olsa gönül kırıklığını ifade etmiştiniz. Miraç gecesini hatırlatan “Allahûmme er refikâl alâ” sözcükleri dilinizden dökülüyordu.
Ya Rasûlallah (sav)! Vallahi bizler senin risaletine şahidiz! Vallahi bizler senin vasiyetine talibiz!
Miraçta vahyolunduğu gibi “Alemlerin rabbinden rasûlüne inzal olan hakikatlere iman ettik! Cümle rasûl / kitap / meleklere ayırt etmeksizin iman ettik!”
Ya Rasûlallah (sav)! Bu baş bu bedende olduğu müddetçe tevhidi haykıracak, ruhu revani Muhammedi’nin (sav) şehbal açması için ömrümü hırzı can edeceğiz! 14 asır önceki hitabına “işittik ve itaat ediyoruz” diyeceğiz!
Allah’ım! Arz ve sema ile dağların bile yüklenmekten çekindiği ağır yükü talip olduk! Ne olursun bizlere senin yolunda taşıyamacağımız yükü yükleme! Eski kavimlerin başlarına gelen ciğersiz hadiselerle bizleri başbaşa bırakma! Kafirler güruhuna karşı bizlere yardım eyle! Zira sen bizim mevlamızsın! Bizleri hatalarımızdan / günahlarımızdan ötürü muaheze etme! Bizleri bağışla… ”
Hata ettiysek inan senin yolunda etmeyi arzu ettik! Hülyalarımızda hep Addasları hayal ettik! Bu duygu içinde cihanın dörtbir yanına hicret ettik! Senin adını anmak ve kullarına sevdirmek için festivaller düzenledik! Yetimlere el atmak için selsebil kuyuları açmaya cüret ettik! Gariplerin hastalıklarını tedavi etmek için kimsesizlerin sesi ve soluğu olmaya niyet ettik! Senin hatırın için yol bilmezlere tolerans gösterdik! “Lâ ilâhe illallâh, Muhammedûn rasulullâh” hakikati için canımızı ve malımızı himmet ettik! Ya Rabbi! Ne olursun bizi Rasûlü Ekrem’e (sav) mahçup eyleme…
Eğer bizleri bu yolda ettiğimiz cürümlerden ötürü hesaba çekersen, bizler ancak göz yaşları içinde şunu diyeceğiz! “Vallahi bizler senin kulunuz. Dilerseniz azab edersiniz, dilerseniz affedersiniz”
Ümidimiz o dur ki; “bu yolda dağlarca günahla bile gelsek, onları dağlarca sevaba çevirecek merhamet ve ikram sahibisiniz” diyeceğiz!
Rıdvan ağacının altında biat eden sahabiler gibi bizlerde günde 5 defa bu ahdü peymanımızı yenileyecek, yer yer gecenin karanlıklarında isra yürüyüşüne avdet edecek, dünyanın süruri güzelliklerine oruç tutup, herşeyimizi senin yolunda infak ederek, sana kavuşmak için hacc televvünlü miraciyemizi yerine getirmeye gayret edeceğiz. Bu güzelliklere başka insanlarında fevc fevc dehalet etmesi için hakkı ve sabrı tavsiye etmekten geri durmayacağız.
Onları Allah’a şirk koşmaktan men edeceğiz! Ana ve babaya itaat etmeye teşvik edeceğiz. Geçim derdiyle çocuklarını katletmelerinden vazgeçireceğiz. İhtiyaç sahiplerine yardım edeceğiz, insanların söz ve fiillerinde ölçü ve tartı adına dosdoğru olmalarına öncü olacağız. Ne cimrilik edip, ne israfa bulaşacağız. Ne yetimlerin ne başkalarınının malını haksızca yemeyip, yedirmeyeceğiz. Haksızca birisinin canının kıyılmasına elimizle / dilimizle / kalbimizle izin vermeyeceğiz. Zalimin safında durarak asla zulme ortak olmayacağız!
Rabbim bizleri elestü bezmdeki ahdû peymanımızda yalancı çıkarmasın! Allah Rasûlüne (sav) karşı bizleri mahçup eylemesin… (inşa Allah)

10338909_498483050278495_25316161_n

Yorum bırakın