AÇ TAVUK KENDİSİNİ DARI AMBARINDA SANIRMIŞ

Tanıdıklarımdan bir tanesi İstanbul’un merkezi bir yerinde tabldot tarzı yemekler yapıyor. Kendisine sanayi sektöründen çalısanlar müşteri olduklari gibi yol üzerinde olduğu için şoförlerde yer-yer etsote / tost / köfte tarzi yemekler yiyorlar. Tabii kendinden menkul reklamı olan bu şahıs iftarlar da verip, yaptıği becerikli işleri vizyoner edasıyla bizlere takdim ediyor. Bu filmi birkaç defa seyrettigim için artık gına gelmişti. Aklıma birgün bir fikir geldi! Acaba bu şahısa dünyanın kendisinden ibaret olmadığını göstermek için lüks bir restauranta götürsem doğru olur mu? Her masaya ayrı garsonların hizmet verdiğini görse, kendi servisiyle kıyaslar mi? Masadakı kurulum zerafeti kendi masalarını akla getirerek mahçup ettirir mi? Ya ön sıcak, ara sıcak, ana yemek, meyve, tatlı, içecek menüsünün olağanüstü lezzetlere sahip olduğunu görünce, bir daha kendi yemeklerini övermiydi? Ya ambiance ve misafirlerin kalitesi ile kendi dükkanı, çatal/kaşık seslerine, garson ve müşterilerinin lakırdıları arasındaki iştahı yerlebir eden gürültüsünü ayırt eder miydi? Pekiyi VALE PARKİNG ve karşılama salonundaki hanimefendinin zarif duruşu ile kendi lokantasındaki şef garsonun ellerini bağlayip, “agabeyime ne vereyim” mimikleri icin ne derdi? Araç parkı için kominin el/kol işaretlerine eşlik eden “GEEELL GEEEL” narasını hatırlamak dahi istemezdi. Masadaki tabak / bardak / catal / kaşıktaki bulaşık izlerini zaten görmek istemezdi. Hele garsondan yemek bıçağını isteyen müşteriye tuhaf bakışlar yok mu? Sanki yemek adabına bıçak yeni girmis! Ne ise; yemekteki aşçıya ait saç kılını parmağıyla müşterinin gözü önünde alan kıdemlı elemanı görmedik) Tuzsuz ve soğuk yemeğe itiraz etme gafında bulunan müşteriye ilginç bir şekilde garson değilde nedense yan masa cevap verir. Adeta lokanta onların namusudur. Zira birçok defa veresiye yemek yedikleri için kendi saflarında görüyorlar. Artık leziz bir yemeğin sonunda hoş kâselerin bahşiş beklediği anlara yaklaşiyoruz. Restaurantta bir ara lavabova gidiyorum diye kalkan müşteri çoktan hesabı odemiş ve misafirlerine kahve söylemiş. Lokantada ise insanlar “BEN ÖDEYECEĞİM” diye birbirlerine el/kol müdahelesi yapıyor. Birinde tip box hatırı sayılır hizmetin karşılığını, diğerinde ise demir kuruşları alıyor. Vestiyerdeki kıyafetler giyilirken yaşlı adamın gönlü tabii ki alınıyor. Lokantada ise müşterilerin hücum sahasına girip, paltonuzu aramaya başlıyorsunuz. Tabii müşterilerin ter kokuları sadece masada değil, artık paltosuna da işlemiş durumdadır. Vale parking hizmeti, karizmatik personelin repertuarıyla sonlandırılırken, teşekkür temennileri ellerde gezmektedir. Lokantada öne park eden müşteri apar/topar yemekten kalkıp, höykünerek arabasını çeker. Zaten tatlı kendinden geçmis olduğu icin bu kaba hareketler de kaymak noktasını teşkil etmisti! Birden kendime geldim ve bayram ziyaretine gelen dostumun hala şovlarına devam ettigini fark ederek, gülümsemeye devam ettim. Bunu gören lokanta sahibi dostum hemen şunu söyledi! Bak dünyayı gezmiş, dostumunda anlattığım yemekler hoşuna gitmiş! Eeee ne diyelim! Aç tavuk kendini darı ambarında sanırmış))) Zannediyorum başta ben olmak üzere bir çoğumuz, farkında olmadan kendimizi, böyle trajikomik vizyoner sahibi gibi lanse ediyoruz…

Yorum bırakın