DARÛL HARB – DARÛL İSLAM

11329920_713815502078581_108204971099132203_n Darûl Harb kelime olarak savaş bölgesi demektir. Darûl İslam ise emniyet ve güven içinde müslümanların dini hayatlarını özgürce yaşayabildikleri bölge demektir. Kimileri Darûl harbi İslam şeriatıyla yönetilmeyen tüm dünya olarak ifade ederken, kimileri müslümanların azınlıkta olduğu ülkeler olarak belirtmiş, kimileri sadece İslami hayatın kesinlikle yasak olduğu beldeler için kullanmış, kimileri ise işgal altındaki müslüman beldeler olarak açıklamıştır. Yine Darûl İslam için dinin yaşandığı heryer olarak beyan edenler olduğu gibi sadece İslâm şeriatinin uygulandığı beldeler olarak ifade edenlerde bulunmuştur. Görüldüğü gibi bu mesele ayet ve hadislerde açıkça beyan edilmediği için bazı alimler yorum yapmış, büyük bir çoğunluğu ise çekimser kalmayı tercih etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de müslümanın kafirin sultasında yaşamaması emredilmiştir. Bu açıdan ferdi manada bir müslüman, dinini olması gerektiği şekilde yaşayamıyorsa hicret etmesi farzdır. Kur’an-ı Kerim Allah’ın arzının geniş olduğunu ve hicret etmelerini, aksi taktirde mesul olacaklarını ihtar eder. Bugün Doğu Türkistan ve Arakan’da hicret zaruriyettir. Eski Rusya’da komunizm İslâm ve Hristiyanlığı yasakladığında hicret yine zaruri olmuştu. Lakin Avrupa / Amerika / Uzak doğu ülkelerinde dinlere saygıdan ötürü bu mecburiyet söz konusu değildir. Darûl Harb hususunda Hz.Muhammed’in (sav) harb esnasındaki uygulamaları ve Mekke dönemi bizlere birçok konuda cevap niteliğinde olacaktır. Bunlara yeri geldikçe değineceğiz. Darûl Harb hakkında İmam Ebu Hanife ile iki müçtehid talebesi ve İmam Şafii bazı içtihadlarda bulunmuştur. Tabii ayet ve hadislerde direkt olmayan bu meseleyi daha çok İslâm’ın temel prensipleri üzerinden değerlendirmek zorunda kalmışlardir. Lakin bu konuda cumhuru ulemanın teyidi veya tekzibi pek olmamıştır. Bu açıdan bu kıymetli imamların darûl harp için ortaya koydukları fetvalara ihtiyatla yaklaşmak gerekir. Zira İmam Azamın farklı dilde ibadet gibi azda olsa bazı fetvaları kabul görmemiştir. Ayrıca İmam Ebu Hanife ile İmam Şafi bu konuda ayrışırlar. Bu da bize şu hadisi ihtar eder. “ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN KAÇININIZ” İmam Azama göre 3 şart birlikte olmalıdır. Darûl Harb için emniyet olmayacak, dini hayata izin verilmeyecek, İslam beldesine (ülkesine) komşu bulunmayacak! Mesela Rusya’nın Sibirya bölgesindeki Yakutsk’ta müslümanlar zûlme maruz kalsa, komşu Türkiye’den ötürü Darûl Harb olmayacak mı? Yakutsk ile Türkiye arasında 10.000 km mesafe var. Takdir edersiniz ki Türkiye’nin komşu olarak 10.000 km öteye yardım etmesi ve zûlmü sonlandırmak için müslüman kardeşlerine destek olması mümkün değildir. Görüldüğü üzere bu fetva günümüz şartlarında ne kadar yetersiz kalmaktadır. İmam Azam gayrı müslim memleketlerde kazanılacak kumara caiz derken, cumhurdan destek görmemiştir. Bu mesele zannediyorum Roma devletinin Sasani’ye ağır yenilgisinden sonra Rûm suresinin ihbarıyla yakın gelecekte yeneceklerin haber verir. Müşrikler mecusileri kendi safında görüyorlardı. Hristiyanlarla müslümanlarda semavi din temsilcileri olarak aynı safta yer alır. Hz.Ebubekir (ra) ile bir müşrik bu ayet üzerine iddiaya girer. Allah rasûlü (sav) iddiayı kesin kazanacağı için destek verir. Bu arada amaç müşrikten deve kazanmak değil İslam’ın bilhassa Kur’an-ı Kerim’in izzetini savunmaktır. Yoksa ferdi kumarbazlık değildir. İmamı Azama göre faiz caiz iken İmam Şafii reddeder. Allah Rasûlu (sav); harpte müslüman ile kafir arasında yapılan faiz işleminde beis olmadığını belirtir. İmam Azam bunu delil getirir. Halbuki harp devletler arasında yapılır. Fertler bireysel savaş ilan edemez. Hatta uluslararası sözleşmelerde en az bir devletin kabul etmediği ülke savaş ilan edemez. Aksi taktirde terör örgütü kapsamına alınır. Tabii İmam Şafii ve İmam-ı Azam darûl harpte aldatma / hırsızlık vs konularına katiyen cevaz vermez. Zira bu İslam’ın temel prensiplerine aykırıdır. Dinimiz ölüm noktasında ölmeyecek kadar domuz eti yenmesine ruhsat vermiştir. Savaş gibi ölüm riskinin had safhada olduğu durumlarda bazı haramlara ruhsat tanınmaktadır. Bu nedenle savaşa girecek müslümanlar askeri teçhizat adına normal usulle finans bulamadıkları ve düşmanın saldırı tehlikesine maruz olabilecekleri tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında faizle borçlanabilir. Bu açıdan devlete tanınan faiz ruhsatının fertlere tahsis edilmesi mahsurlu görülmüştür. Yine harb esnasında cariye hukuku veya mu’ta nikahından bahsedilir. Hz.Ömer’in (ra) “Allah Rasûlu bize iki harbte mu’ta izni verdi” beyanını delil getirirler. Halbuki Hz.Ömer (ra) halifeliğinde bu meseleyi ele almış ve şöyle söylemiştir. Kulağıma geldiğine göre bazıları hâlâ mu’ta kıyıyor. Herkes bilsin ki Rasûlullah (sav) bize iki harbte mu’ta için izin verdi. Ondan sonra yasaklandı. Kim mu’ta yaparsa recm uygularım… Aslında zina meselesinin 4 celsede yasaklandığına dair Hz.Ömer (ra) iki aşamasından bahsetmektedir. Diğer taraftan günümüz savaş hukukunda esir alınmadığı için kölelik ve cariyelik kalkmıştır. 1980 yıllarına kadar devam eden kölelik hukuku hiçbir ülkede uygulanmamaktadır. Bu açıdan tüm dünyada kölelik kalktığı için zamanın kendi şartları muvacehesinde Kur’an-ı Kerim’deki kölelik ve cariyelik konuları artık nesh olmuştur. İslam dinini en büyük zararı siyasal arenada iktidar kavgası yapanlar vermiştir. Onlar için tek hedef iktidarı ele geçirmektir. Bu açıdan vicdanlardan ziyade nefisleriyle hareket ederler. Zira nefisleri amellerini güzel gösterir. İktidara hakim olduklarında çaldıklarına humus, debdebe ve ihtişama devletin izzeti, gayrı meşru ilişkilere cariyelik veya mu’ta adını verirler. Hz.Süleyman’ın (as) muazzam saltanatı ve ihtişamlı sarayını örnek verirler. Onun fakirlerin sofrasında yediği yemeği ise hiç nazara vermezler. Eğer o ülkede iktidar değillerse takiyye anlayışını tercih ederler. Bunun için Hz.İbrahim’in (as) 3 tarizini (dolaylı doğru söylemek) delil getirirler. Hz.İbrahim (as) putları kırıp, baltayı en iri putun üzerine asmıştı. Kafirler kimin kırdığını sorduklarında şu cevabı verir. Belki büyükleri yapmıştır. Burada Hz.İbrahim (as) büyükten Allah’ı kastederken, kafirler ise büyük putu anlamıştır. Yine hedeflerine ulaşmak için ihaleye fesad karıştırıp, devlet mercilerinde kadrolaştıarında Hz.Yusuf’u (as) örnek getirirler. Malumunuz Hz.Yusuf (as) kıtlık yıllarında kendisine gelen kardeşlerinden Bünyamin’i alıkoymak için zahirenin içine altın kase koyar. Bu şekilde aynı anneden kardeşi olan Bünyamin’i alıkor. Haddizatında Yusuf kardeşlerinin zûlmünden ötürü kardeşi Bünyamin’i yanına alma hakkına sahiptir. Hatta kendisine zulmeden kardeşlerine ceza dahi verebilirdi. Yine Yusuf ile Bünyamin bir anneden, diger 10 kardeş diğer anneden olduğu için Yusuf’un rüchaniyeti var. Lakin direkt alamadığı kardeşini hakkı olduğu için hileyle almak zorunda kalmıştı. Siyasal iktidar hesabı yapanlar buradan hareketle devlet kadrolarından tasfiye edildiklerini dile getirerek, idareye her türlü hileyle gidebileceklerini iddia etmektedirler. Halbuki iktidar ve memuriyet hususunda hak ve liyakat aranmalıdır. Memuriyetten kovulanlar haklılıklarını ispat ettikleri taktirde asli vazifelerine dönmelidir. Yeni memurlar ise liyakat sınavından geçmelidir. Maalesef din siyaseti güdenler işlerine geldikleri gibi amel etmektedir. Yine rant elde ettikleri siyasi kesimin yolsuzluklarına göz yumarak, desteklerini açıklayan tarikatler EHVENU ŞER fetvasına sarılıyorlar. Kur’an ve sünnet ile katiyen telifi olmayan bu uygulama dinin siyasete alet edildiği Hulefa-i Rasidin dönemindeki Cemel savaşının çıkış sebebidir. Yine Kur’an-ı Kerim’de Hz.Lut (as) kendisine gelen misafirleriyle livata yapmak isteyen azgın halkının önde gelenlerini helal düşünceye davet için kızlarını nikahlamalarını teklif eder. Zira zulme mukavemet edecek bir cemaat veya ordusu yoktu. Bu nedenle ehvenu şer yolunu tercih adına kız dahi verilmeyecek bu ahlaksız insanlara nikah teklif eder. Yine belli kesimlere kayırma nevinden ihaleler verilmesini davanın güçlenmesi olarak ele alırlar. İktidara geldiklerinde ise çaldıklarına humus demeye başlarlar. En ilginc olanı ise hem humus deyip, hemde bulundukları beldeye darûl harb diyerek çelişkiye düşerler. Zira bu din tüccarları için hedefe ulaşmak için her türlü dalavere mubahtır. Kur’an-ı Kerim’de dinin ahkâmıyla amel etmeyen kafir sultası tekzip edilir. Radikal haricilere göre dünyada hiçbir ülke Asrı Saadet anlayışında İslami ahkâma riayet etmediği için tüm devlet idareleri tağut kabul edilir. Meseleye daha ılımlı bakanlar ise günahkar müslüman sıfatını layık görür. Yine ölüm riskinde haram olan şeyler ölmeyecek kadar tüketilebilir. Ayrıca can güvenliği söz konusu olduğunda müslüman dinini gizleyebilir. Hatta ölümle yüz yüze kaldığında dinini tekzip dahi edebilir. Nitekim İslamiyetin ilk yıllarında zulme maruz kalan Ammar bin Yasir (ra) putları övmek zorunda kalmış, kendisini Rasûlu Ekrem (sav) teselli etmişti. Siyasal dinciler zarurete ruhsat tanıyan Maide suresindeki ayeti her türlü kılıfa uydurmak için bulundukları beldeyi savaş alanı (darûl harb) olarak ele alırlar. Zira savaşta ölüm riski olduğundan herşey zaruret kategorisine girer. Halbuki Allah rasûlu Bedr / Uhud / Hendek başta olmak üzere 117 gerçek savaş ile bu meselenin sadece muharebe alanında ve sathı mahilinde olduğunu uygulamalarıyla göstererek sed çekmiştir. Nitekim Abdullah İbni Revaha haram ayda pusu kurarak adam öldürdüğü için Allah Rasûlu (sav) diyet ödemiştir. Katiyen hileyle haram aylarının takvimini değiştirmedi. Yine Halid İbni Velid (ra) saldıracakları bir beldede imanını açıklayan bir haneyi müdahele edip, malını ganimet yaptığı için Efendimizden (sav) tepki almıştır. Amr ibnul As’ın (ra) Sıffîn harbinde mızraklara ayet bağlayarak hileye başvurması çok ağır bir cürüm olarak görülmüştür. Nitekim kendisi ölüm döşeğinde iken Allah rasûlünün (sav) vefatından sonraki içtihadlarından endişe ettiğini dile getirir. Halböyle iken sıcak savaşın olmadığı ortamda savaş hukukunu icra etmek sadece dini tahriften ibarettir. Allah rasûlu (sav); “Sizde eski kavimler gibi dininizi tahrif etmeyin. Onlardan asil birisi zina ettiğinde susar, fakirlerden birisi yaptığında ise recm edilirdi. Zamanla halk buna isyan etti. Bunun üzerine zengin / fakir ayırt etmeksizin zina edenleri katranladılar. Bu şekilde dinlerini tahrif ettiler” buyurdu. Kur’an-ı Kerim bu kesimlere “Dininizi az bir menfaat için satmayın” buyurmuştur. Yine ibadet günü ağlarını gerip, havraya Yahudileri gidenleri haber vererek, dine kılıp uydurmamalarını ihtar eder. Allah rasûlu Hendek savaşında müşriklerden Amr ile düelloya çıkan Hz.Ali’nin (ra) şaşırtmasına “HARP ŞAŞİRTMADIR” veya “HARP HİLEDİR” cevabını vermiştir. Amr çok güçlü birisiydi. Tek kılınç darbesiyle Hz.Ali’nin (ra) kalkanını parçalamıştı. Hz.Ali (ra) “Amr arkana bak” diyerek dikkatini başka yöne çeker. O esnada tek kılınç darbesiyle Amr’ı öldürür. Allah rasûlu (sav) Hz.Ali’in (ra) bu davranışını “HARB ŞAŞIRTMADIR” veya “HARB HİLEDİR” sözüyle destekler. Günümüzde iktidar kavgası veren bazı zavallılar yalan şahidlik yapıp, sahte belgelerle masumlara iftira atmaktadır. Bu insanlar güya Bureyde hadisini delil alırlar. Allah Rasûlu (sav) Gatafanlılardan bilgi alması için Bureyde’yi gönderir. Gerekirse kendisi hakkında dahi uygunsuz sözler sarfetmesine ruhsat tanır. Yine dinin yalan söylemeye cevaz verdiği hususlardan hareketle bu meseleyi istismar ederler. Siyasal dinciler darûl harb kisvesiyle her türlü yalan / iftira / sahidliğe bunu delil getirirler. HER ZAMAN DOĞRU OLACAKSIN LAKİN HER DOĞRUYU HER YERDE SÖYLEMEYECEKSİN düsturuna göre mahkemede işlerine gelmeyen doğruları dahi söylememeyi tercih ediyorlar. Mümin elinden ve dilinden herkesin emin olduğu kimsedir. Bu nedenle “ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR” fehvasınca nefsini kendisine mercii kabul etmiş bu zihniyetlerin dinden nasibi yoktur. Afganistan’da haşhaş yetiştirenler bunlarla kafirleri uyuşturduklarını söylerler. Bir dönem Tataristan camilerinde devlet malını dolaylı yoldan almanın hakları olduğuna dair hutbeler okunarak halk hırsızlığa teşvik edildi. İŞİD gibi harici zihniyetler insanları cariye statüsüne alarak ırzına geçmektedir. Mısır’da iktidar yalakası müftülük İhvanı Mûslîmine idam fetvası vermiştir. Daha birçok zûlmün soluk soluğa işlendiği müslüman memleketlerinde ŞİA / HARİCİLİK (VEHHABİZM) / BAAS / SÜNNİ İSLAM kesimleri farklı söylemlerde bulunsalar bile aslında hedefe ulaşmak için aynı kanallarla dini tahrif etmektedir. Birisi mu’ta derken, diğeri cariye statüsüne alıyor. Birisi yalan için takiyye derken, diğeri tariz kelimesini tercih ediyor. Bunların hali avını parçaladığı okun ucunda kalan az miktardaki et gibidir. Sadece avından küçük bir parça koparır… Fakat dini tahrip noktasındaki halleri ise aç iki kurdun, koyun sürüsüne verdiği zarardan çok daha fazladır…

Yorum bırakın