KADİM PUTPERESTLİK VE BÜYÜCÜLÜK I

Müşrik ve şirk kelimesi Arapçada aynı kökten gelir. Birden fazla kişiyi ifade eden müşrik kelimesi ortak yapılan ticarette ise şirket şekline bürünür.
Kûr’an-ı Kerim’de Hz.Nuh’un (as) kavmini Vedd / Sûva / Yeğus / Yeûk / Nesr adındaki putlara tapmaktan vazgeçirmeye çalıştığını görmekteyiz.
Eski Ahid kaynaklarına göre Şam civarında bölgesel gücü temsil eden Keldanilerin meşhur Baal adında bir kralı vardı.
Ülkesini ve milletini muasır medeniyet seviyesine yükselten, düşmanlarını boyun eğdiren, halkına refah sunan bu insana çok büyük saygı duyuluyordu.
Kral Baal’ım vefatına çok üzülen oğlu, onu hayrla yâd etmek için heykelini yaptırır. Şehrin en güzide yerinde, etrafı geniş ve merkezi olan bu alan her açıdan mehabetli bir konuma sahipti. Tabii heykelin bulunduğu meydana çevre düzenlemesi yaptırıldı.
Kral Baal hayatta iken kendisine yapılan övgüler aynı şekilde oğlu tarafından heykelin olduğu meydanda ülkenin önde gelen kişilerini davet ederek devam ettirilmeye başlandı.
Mezarı ziyaret edenlere kralın cömertliği ve misafirperverliği adına yiyecek ve içecek hususunda ikramlarda yapılmaya başlandı. Artık anıt mezar şekline giren bu meydanda merasim türü organizasyonlar ve konuşmalar gelenek halini almış, buraya gelenlere yapılan ikramlar için bağışta toplanıyordu. Anıt mezarın yanında hayvanların adak olarak kesildiği sunak teşekkül etti.
Geleneksel hale gelen bu merasimlerde devletin kendine has anlayışı artık doktirin şeklini alarak Kral Baal’ın heykelinin önünde her ölüm yıl dönümünde oğlu tarafından dile getirilirken müzik eşliğinde seronomilere sahne oldu. Bu seanslara sadece devlet adamları / şairler / başka ülkelerin elçileri değil aynı zamanda ülkenin saygın kahinleri / büyücüleri vs de iştirak ediyordu.
Artık her konuşmacı Kral Baal’in ülkeye ve insanlığa olan katkılarını dile getirerek, saygıda bulunur ve onun yolundan gideceklerine dair and içmeye başladılar.
Keldanilerde değerli devlet adamları ve halk tarafından saygı duyulan insanların heykellerini yaparak onları nesilden nesile yaşatmak âdet halini aldı. Artık bu anıt mezarda en büyük heykel Baal’in olmak şartıyla bir sürü heykel oluştu. Öyle ki; herkes Baal’e tazim gösterip, ardından kendi aşiretinden veya düşüncesinden olan kişinin heykeline de tazimde bulunurdu. Bu gelenek heykelin önünde onu yad etme bazı üzüntü ve sevinçleri dile getirme şeklinde tezahür etmeye başladı.
O günün kahin / büyücü ve sihirbazları devlet adamlarının ve halkın nazarında rağbet görüyordu. Öyle ki; savaş ve barış hususunda devlet meclisinde onlarında görüşlerine yer veriliyordu. Onlar halkın dini ihtiyaçlarını karşılayan kişiler olarak kabul ediliyordu. Zaten sunaklarda adak ve merasimleri onlar yönetiyordu. Artık heykellerin minyatürü dahi yapılıp, satılmak suretiyle insanlar evlerine bile bunlardan alıyordu.
Kûr’an-ı Kerim’de Harût ve Marût adlı iki melek, melekût aleme ait hususi ilimlerden bazılarını Babil’deki insanlara faydalı olması için öğretmişti. Maalesef insanlar bu esrarlı ilmi zamanla kötü amaçları için kullanarak büyücülüğe başladılar.
Bunun dışında nefsi terbiye ederek bazı mertebelere ulaşan kahinler cinlerle irtibata geçmiş hatta kafir cinlerin en azgınlarıyla rözenans olmaya başlamıştı. Bunlardan bazıları gelecekten çok önemli haberler verebiliyordu. Yada farklı ülkeler ve devletler hakkında doğru bilgiler sunabiliyordu. Bazıları ise üst mertebe kafir cinlerle münasebet kurarak geleceğe dair kaderi bilgiler öğrenebiliyordu. Zira bu kafir cinler Levhi Mahfûz’dan Levhi Mahv’a intikal eden bilgiler meleklere arz edildiğinde bir kısmını aşırabiliyordu. Kafir cinlerden aldıkları bazı doğrular sayesinde hem devlet idarecilerinde hemde halkta çok ciddi itibarları vardı.
NOT = Bu bilgi hırsızlıklarına dair hadise Hz.Muhammed (sav) dünyaya teşrif edip, peygamberliğini ilan ettikten sonra bitti. Kûr’an-ı Kerim’de cîn sûresinde net bir şekilde ifade edilmiştir. (BKZ = Kadere İman BKZ = Nasût / Melekût / Ceberût Alemde Tecelliler)
Kahinlerin bolluk ve kıtlık üzerine yaptıkları ön görüler zamanla uğurlu ve uğursuz şeklinde dillendirilmeye başlandı. Gökyüzündeki bulutlar ve şimşekler iyilik ve kötülük arasındaki mücadelelere yorumlanmaya başlandı. Zerdüştlük ve Şamanizm bu zihniyetin ürünüdür.
Kahinlerin kehanetleri cinlerin gökteki bilgi hırsızlığı / gök cisimlerinin hareketleri vs üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Mistik ruhi terbiyeler sayesinde kainattaki aura hareketlenmelerini tabir etmeye başladılar. (BKZ = Kainattaki Auraların Birbirine Etkisi)
Bu mistik ve gök bilimci hareketler ile cinlerin kulaklarına fısıldadıkları bilgiler ışığında bazı yıllara / olaylara / günlere uğurlu veya uğursuz denilmeye başlandı. Bereketli yağmur için Şira yıldızı, kıtlıktan ötürü bir nehir işaret ediliyordu. Bazende bir göl bereketi bir başkası kıtlığı temsil ediyordu. Kısacası kahinlerin icad ettiği dini ritüeller ve inanışlar devlette hakimiyet kazanmıştı. Diğer taraftan devlet idarecileri bu dini anlayış sayesinde toplumu daha rahat harbe götürüyor, harb için finans desteği sağlıyor, toplumsal asayişi temin ediyordu. Devlet güdümündeki dini anlayış zamanla heykelleri putlaştırmış ve kendilerine has bir din icad ettirmişti.
Kral Baal ile Hz.İbrahim’in (as) dünyaya gelişi arasında ne kadar süre geçtiğini bilmiyoruz. Onun döneminde putların sayısı bir hayli artmıştı. Baal hepsinden daha büyük ölçekli, diğerleri ülkedeki konumlarına göre daha küçük ve muhtelif şekillerde yapılmıştı. Minyatür put imalatı sektör halini almış, Baal meydanına tazim için gelenlere minyatür put satıcıları ürünler arzediyordu.
İşte Hz.İbrahim’in babası Azer’de bu imalatçılardan birisiydi. Putçuluk mesleğinden ötürü adeta geçimiyle dini iç-içe bulunuyordu. Zira kendisi bu şekilde ailesinin geçimini karşılıyordu. Bu nedenle putları satması için oğlu İbrahim’i malları satması için oraya gönderiyordu. Hz.İbrahim (as) babasının yanında nice putların hayat hikayelerini dinlemiş, kahinlerin astrolojik menkıbelerinden haberdar olmuştu. Adeta ülke onların yüzü suyu hürmetine ayakta duruyordu. Bu düşünce halkta tabu halini almıştı. Onlar için ülkeye ve dine (!) büyük hizmet veren bu şahsiyetler kutsal birer emanet halini almıştı. Bu nedenle onların hatıralarını yâd ederek, belli günlerde sunakta onlar adına hayr için adak adayıp, merasimlere katılmak ahde vefadan ziyade dini ibadete dönüşmüştü.
Hz.İbrahim (as) ise hadiselere bakarak birçok çelişkiyi tespit etmekte gecikmedi. Kendi elleriyle yaptıkları putları hayrla yâd etmek yerine taptıklarını görerek sapıttıklarının farkındaydı. Çevresindeki kahinlerin birçok iddiasının boş çıktığını tek tük isabet ettiklerini de görüyordu. Sihirbazların el çabukluğuyla insanların gözlerini bağladıklarını biliyordu. Devletteki yalakalık her devirde olduğu gibi onun zamanında da vardı. Artık din ve devlet üzerinden her türlü kepazelik “kutsal” kelimesiyle dokunulmazlık kazanıyordu. Bunları eleştirmek toplumu karşına almak demekti. Hele bu işten çıkarları olan kişiler için artık tehdit unsuru olabiliyordun!
Hz.İbrahim bu çıkar çevrelerinin bal teknesine çomak sokmakta gecikmedi. Zira onun fıtratındaki hak ve hakikat suistimallere razı olmuyordu. Önce babasını mesleğinden ötürü tenkid etti. Ardından minyatür putları Baal meydanında alay ederek satmaya başladı. Tabii baş mabedde genç İbrahim’in bu tavrı başta meczupluk olarak zannedildi. Onun birkaç defa daha bu şekilde putları diline dolaması üzerine mabeddeki din adamları ve devlet görevlileri tarafından tepkiye neden oldu. Genç İbrahim bu tartışmalar esnasında onların kendisini meczup zannetmesini değerlendirip, yıldızlara bakarak (manen) hasta olduğunu belirtti. Tabii bu tür sözler o belde halkı için kabul edilebilir nitelikte olduğundan, Hz.İbrahim’i meczup düşüncesiyle kendi haline bıraktılar. Hz.İbrahim (as) onların işgüzarlığından faydalanarak mabeddeki putları kırıp, elindeki balyozu Baal putunun üzerine koydu. Bu hadise beldede infiale sebep oldu. Zira hepsinin kutsal saydığı mabede saldırı olmuştu. Olayın faili hakkında herkesten farklı fikirler çıkıyordu. Tüm şüpheler Hz.İbrahim’in mabed çevresindeki tavır ve sözlerinde yoğunlaştı. Bu konuda babası Azer’de kendisine çok tepkiliydi. Genç İbrahim’i yaka-paça tutarak mabeddeki putları kendisinin yıkıp-yıkmadığını sordular. Bu kadar ağır tazyik altında müthiş dirayetiyle Hz.İbrahim “HAYIR” demedi. Zira insanlığın iftihar tablosu olacak hiçbir zat asla yalan söylemezdi. Ölüm riski olduğu için mi? Yoksa putların acizliğini oradaki halka göstermek için mi? Şu cevabı verdi!
—BELKİ BÜYÜĞÜ (BAAL) YAPMIŞTIR!
Oradaki kişiler Ya İbrahim! O nasıl yapsın? Dediklerinde şu enfes cevabı verir. “Madem o yapamaz. Kendinden aciz putlara neden tapıyorsunuz?”
Hz.İbrahim’in (as) bu sözüyle idam fermanını boynuna dolaması bir oldu. Kendisini ibreti alem olsun diye büyük bir ateş yakarak içine atarlar. Allah ateşe “Berd ve Selâm ol” diye emrettiği için ateş ona serinlik ve emniyet olur. Bu mucize karşısında ne devlet adamları ne din adamları ona karşı çaresizce susup, bari ülkeyi terk etmesini isterler… Zira hiçbir sihirbaz ve kahin böyle birşeye şahid olmamışlardı. Asasını yere bıraktığında ejderha gibi sihirbazların aletlerini yuttuğunda Hz.Mûsa’ya (as) sihirbazlar iman ettiler ama Hz.İbrahim’e (as) kimse bu mucizeden ötürü maalesef iman etmemişti. Bu açıdan o beldede tebliğ yapmak yerine hicret daha hayrlı bir tercih olmuştu.

11

Yorum bırakın