NASÛT / MELEKÛT / CEBERÛT ALEMDE TECELLİLER

Varlık alemi üç kısımdan oluşur.
1-NASUT ALEM = Nas arapça insan demektir. Bu açıdan nasut insanlık alemi demektir. Beşerin gözle gördüğü, teleskop ve mikroskopla izlediği herşey bu alemin kapsamına girmektedir.
2-MELEKÛT ALEM = Meleklerin yaşadığı bu alemde herşey nuraniyet kesbeder. Onlar bir anda binlerce yerde bulunabileceği gibi diledikleri şekile bürünebilirler. Yeme – içme gibi ihtiyaçları söz konusu olmadığı gibi cesetlerinin doğma / büyüme / ihtiyarlama / hastalanma / güçsüz kalma gibi durumları söz konusu değildir. Yaratıldıkları andan itibaren Hz.İsrafil’in (as) üfüreceği sûra kadar ömürlerini devam ettirirler.
Melekler nurani bir hayata sahip oldukları için daha kesif ve sığ olan insan ve cinlerin yaşam alanlarına girip, çıkabilirler. İçlerinden seçilmiş bazı melekler kabir hayatında vazifeli olduğu gibi melakût alemden daha üst mertebede olan ceberût alemdeki KÜRSÜ ve ARŞ’ın vazifesinde bulunabilirler.
İnsanın rüyada gezindiği yerel ise misal alemi olup, berzahi koridor mesabesindedir. Cinler mahiyet itibariyle insandan daha latif, meleklerden daha kesif oldukları için ikisinin arasında kendilerine münhasır bir ortamda yaşarlar. Bu nedenle melekler cin ve insanların yaşam alanlarına, cinlerde insanların yaşam alanlarına gelip, gidebilirler. İnsanın onların alemlerine gitmesi ancak Allah’ın lûtfû keremiyle olabilir. İnsanlar nefis terbiyesi ve ruh temrinatıyla bazı cinlerle rözenans olsabile onların alemlerinde yiyip, içip, gezemez.
CEBERÛT ALEM = Allah’ın sıfatlarıyla tenezzül ettiği bu alemdeki mahremiyet ve sırlar ancak Zatî Barî’nin (cc) dilediği ölçüde kullarına bildirilir. Bu alemde Rahman’ın arşa istiva etmesi esma-î ilahi cihetiyle değil sıfatlarıyla söz konusudur.
SORU = Allah’ın sıfatları ile esma-i ilahileri arasındaki tecelli farkı nedir?
CEVAP = Nasut alem olarak ifade ettiğimiz kainat Allah’ın isimlerinin (esma-i ilahi) tecelligâhıdır.
Ceberût alem ise Allah’ın sıfatlarının tenezzül ettiği makamdır.
Melekût alem ise Allah’ın isimlerinin daha üst perdeden tecelli ettiği alemdir.
Annenin yavrusunu emzirmesinde RAHİM ismi tecelli eder. Bitkilerin kışın ölmesinde MÛMÎT, ilk baharda dirilmesinde HAYY (YÛHYÎ) ismi tecelli eder. Hayatın devri daimi içinde sürekli hücrelerin yenilenerek devam etmesi HAYY, onların hayati sürekliliği için KAYYÛM ismi tecelli eder. Doğal hayatta bir hayvandan aslan, sırtlan, akbaba, karıncalar, mikroplar vs istifade ederken REZZAK, bu ameliye esnasında kalan şeylerin çürüyüp, toprağa karışarak temizlik ameliyesinde KÛDDÛS ismi tecelli eder.
HAYY ismi kaya, bitki, hayvan, insanda farklı mertebelerde tecelli eder. Misalen kaya 500 senede ufalarak toprak mertebesine ulaşır. Kaya büyümez ama bitki büyür. Bitki büyür ama hayvan gibi yürüyemez. Hayvan yürür hatta konuşur ama akıl edemez. İnsan bunların hepsini yapar ama melekler gibi bir anda binlerce yerde bulunamaz. Onlar gibi yemeden, içmeden yaşayamaz.
Ceberût alemde ise tecelliler Allah’ın isimleriyle değil sıfatlarıyla oluşur.
Allah’ın isimleri (nitelik) ile sıfatları arasındaki farkı şöyle ifade edebiliriz. İnsanın görmesi, duyması, konuşması ona zatına ait sıfatlarıdır. Cömertliği, doğruluğu, temizliği, merhameti, kudreti ise ona ait (isimleri) nitelikleridir. Pekiyi insanın eliyle tutması! Nitelik (isim) mi? Sıfat mı? Yoksa her ikisi mi?
“Rahman arşa istiva etti” (Tâhâ sûresi) ayetinde ise durum izah gerektirir. Ceberût alemde sıfatlar söz konusudur. İslâm uleması “rahman” için sıfat mı? Yoksa isim mi? Yada hem isim hemde sıfat özelliğine mi sahiptir? Hususunda mutabakata varamamıştır.
Nasut alemde yaratma Hâlîk isminin tecellileriyle olurken Ceberût aleminde ise Tekvîn sıfatı söz konusu olur. Bu minvalde Nasut alemde işitme Semî, görme Basîr isimlerinin tecellileriyle olurken Ceberut alemde ise Zatına (cc) ait sıfatlarla ifade edilir.
Allah nasût alemde Hz.Mûsa (as) ile bir ağacın perdedarlığında konuşurken, Hz.Muhammed (sav) ile Sidretûl Mûntehada imkan ile vücub arasında konuşur. Rasûlü Ekrem (sav) zaman ve mekanın bittiği noktaya (münteha) ulaşmıştı. Kendisi “ayağımı nereye basayım?” sorusuna “ayağını ayağının üzerine bas” karşılığını alıyordu. O’na (sav) ayetûl kûbra nasip olurken “ne göz şaştı, ne aklı başından gitti” hitabında mazhar olur. Zira fahri kainat efendimiz (sav) yaratılışın ilk mertebesine muttali oluyordu. Halbuki Hz.Mûsa (as) Tûrî Sina’da “görün bana bakayım sana” arzusuyla Allah’a iltica etmiş fakat dayanamayacağı kendisine bildirilmişti. Nitekim onun ısrarı üzerine Allah’ın Kahhar ismi yüksek mertebeden tecelli edince dağ paramparça olmuş ve Hz.Mûsa’da (as) hadisenin dehşetinden bayılmıştı. Bu hadise nasut alemde olduğu için Kahhar ismi tecelli etti. Ceberût alemde bu hadise gerçekleşseydi şayet Allah’ın Tekvin sıfatı daha üst perdeden hadiseyi arzedecekti. Tabii Ceberût alemde Hz.Mûsa’nın maddi ve manevi yönüde o aleme uygun mertebeye yükseltilecekti. Aksi taktirde Hz.Mûhammed (sav) Hz.Cebrail (as) ile miraç yolculuğuna çıkamaz, o alemlerdeki tecelli dalga boylarına tahammül edemezdi. Ceberût alemde her ulaştıkları mertebede o makamın hususiyetlerine mazhar melekler; “bu kapılar daha önce hiç kimseye açılmadı” sözleriyle ifade ederken, hususi iltifatın mahremiyetinide dile getiriyorlardı. Nihayet ûlûl azm meleklerin dahi güç yetirmekten aciz kaldıkları mertebeye ulaştıklarında Hz.Cebrail (as) “ben buradan bir adım daha öteye gidersem kül olurum” sözleriyle acziyet ve mahviyetini sergiliyordu.
SORU = Nasut / Melekût / Ceberût alemdeki herşey mahluk mu?
CEVAP = Allah’ın isimlerinin tecellileri olan ses / görüntü / harf / duygu / hayal / ruh / cin / melek / insan / bitki / hayvan / yıldız / gaz / mineral / molekül / atom / partikül olmak üzere hepsi mahluktur.
Nasut ve melekut alemdekiler Allah’ın isimlerinin tecellileri olmasına rağmen Tevrat / Zebûr / İncil / Kûr’an vs vahye mazhar beyanlar Allah’ın kelam sıfatından olduğu için mahiyetleri mahluk değildir. Bu ilahi beyanlar Allah’ın zatına münhasır kelâm sıfatındandır. Fakat nasut alemdeki yazıya ve sese dönüşmüş halleri Zatı Bari’nin sıfatların tecellileridir.
Allah kelamı ezelisinde beyan sahibidir. O (cc) nefsinde konuşan bir varlıktı. O’nun (cc) nefsine ait beyanlarında ses ve kelimeler söz konusu değildir. Zira O (cc) her türlü keyfiyetten münezzehtir. O’nun (cc) nefsi ezeliye ait beyanlarında hiçbir şeye ihtiyacı olmaz.
Allah (cc) zaman ve mekandan münezzehtir. Halbuki nasut / melekût / ceberût alemler için zaman ve mekan söz konusudur. Bu alemlerin nihayetinde Sidre mevcuttur. O (cc) mahlukatına esma-i ilahinin tecellileriyle şah damarından daha yakındır ama Zatı (cc) ile asla bu alemlerin içinde bulunmaz. Zira sonsuz bir varlık sonlu alemlerin içinde olmaz. Sadece rahmeti / merhameti / cömertliği / lutfu / keremi / ihsanı / dualara icabeti açısından kullarına esma-i ilahi cihetiyle tecelli eder. Haddizatında Allah kullarına üst perdeden tecelli etseydi şayet dağ gibi paramparça olurlardı. Zatına ait beyanlarından olan Tevrat / Zebûr / İncil / Kûr’an-ı Azimûşşan’ı okumaya kimse güç yetiremez ve helâk olurdu. Rasûlü Ekrem’e (sav) vahy üst perdeden (isimlerin tecellisi değil kelamûllah seviyesinde) inzal olduğu için vücudu tahammül etmekte zorlanıyordu. Zira vahyi ilahi Allah’ın kelâm sıfatından olup, Zat’ından (cc) Ceberût alemdeki Levhi Mahfuza toplu halde ardından Nasût alemin semasına peyder pey inmiştir. Kûr’an her mertebeden inerken hususi iltifatlara mazhariyet ölçüsünde mahlukatın idrak keyfiyetine nüzul etmiştir. Mütekellimi Ezeli’nin (cc) firdevs cennetinde Rahmân sûresini kullarına okurken bu perdeler kalkmış olacak ve insan onu kendisine bahşedilen derinlik ölçüsünde idrak edecektir. Yine Cemâlullahın müşahedesi Rasûlü Ekrem’in (sav) Sidretûl müntehada idrak ettiği imkan ile vücub arasındaki ilk noktası olmalıdır. Zaten onun bir kadem ötesi tecellinin ilk basamağıdır. İnsan cennette tıpkı Hz.Muhammed’in (sav) miraçta ikrama erdiği ihsanlar gibi hususi derinlik ve mahiyete ulaşacaktır. Tabii peygamberlerin cemâlullahı müşahedesi ve Rahmân sûresini idrak keyfiyeti başkalarının çok üzerinde olacaktır.
Ceberût alemde bulunan Levhi Mahfuza melekler dahil hiç kimse muttali olamaz. Zira ondan Allah’ın icraatlerine ait mahremiyet bulunmaktadır. Hz.Cebrail (as) kendisiyle alâkalı “o emin bir elçidir” ayeti inzal olana kadar akibetinden endişe ediyordu. Eğer Levhi Mahfuza muttali olmak mümkün olabilseydi şayet Hz.Cebrail (as) muhakkak akibetine bakmak isteyebilirdi. (Allahu alem) Levhi Mahfuz’dan beyanlar Arşa, oradan peyder pey vazifeli meleklere intikal eden beyanlar Levhi Mahv’a gitmektedir. Meleklerin bu emirleri almak için insanların takvimine göre 1.000 ve 50.000 senede çıktıkları ayetlerle beyan edilir. Meleklerin nasut ve melekût alemdeki vazifeleri ve kayıt altına almaları ekseriyetle bundan sonra başlar. Ondan önceki bölümler sadece ulûl azm, hamele-i arş, mahrem mertebelerde vazifeli meleklere belli ölçüde bildirilir.
Kûr’an / Tevrat / Zebûr / İncil mahiyet itibariyle Allah’ın kelamı oldukları için sonsuzdur. Bu açıdan onların mahiyetlerine bizim gibi sonlu ve aciz mahlukatın nüfuz etmesi veya muttali olup onları tahrif etmesi mümkün değildir. İnsanlar Tevrat / Zebûr / İncil’in ancak yazıya dönüşmüş şeklini tahrif edebilir. Bu nedenle Hz.Muhammed (sav) devrinde inzal olan ayetler Tevrat / Zebûr / İncil ve sair ilahi kitaplara iman etmeyi emrederken Kelâmullah olan mahiyetlerini işaret etmektedir. Aksi taktirde yazıya dönüşmüş ve ardından tahrif edilmiş bu kitaplardaki tüm ayetlere iman ettiğimizde Kûr’an-ı Kerim ve tevhide muhalif bölümler söz konusu olur.
Varlık aleminde ilk yaratılan nûrdur. Her yaratılan şey kendini takdim adına aynı zamanda beyandır. Onun ortaya koyduğu herşey ise ilmi ve kudret planında birer hakikattir. Bu açıdan nurun varlık semasındaki icraati aynı zamanda kudret kalemi mahiyetindedir. Onun kader kalemleri olan yazmaya başlamasıyla mahlukat adına yaş ve kuru herşey Levhi mahfuzda toplanmıştır. İlmi vücudlara sahip bu kaderi levhalar her mahlukun sergüzeşti hayatının fihristeciği mesabesindedir. Onun ceberût alemden melekût ve nasût alemlere inzal keyfiyetleri birbirinden farklı olduğu gibi vazifeleride farklıdır. Bu nedenle bazı meşayih Levhi Mahva intikal eden Levhi Mahfuz beyanlarının bizzat Levhi Mahfuzda olduğunu zanneder. Halbuki bu muhafaza içindeki levhalara muttali olmak ve ona güç yetirmek mümkün değildir.
“Allah insana ruhundan üfledi” ayeti de yine ruhun esma-i ilahi cihetiyle değil Allah’ın sıfatlarıyla alâkalı bir meseledir. Nefis terbiyesiyle ruhu beden hapsinden kurtaran hususi ruhlar, melekût alemde hatta ceberût alemin ilk basamaklarında yürüme iştiyakı gösterirler. Kelamı ilahi nasût aleme ait olmadığı gibi ruhta bu alemden değildir. Nasıl ki vahyi ilahi ses ve harf elbiselerini bürünmüş ama kelamullah olduğu için onun mahiyetine muttali olamayız. İnsanlar sadece onların ses / harf / mana kısımlarını tahrif edebilir. Vakîa Hicr sûresi “andolsun Kûr’an-ı biz indirdik ve onu biz koruyacağız” hitabında bulunur. Hz.Muhammed (sav) vahyi ilahiyi hemen kayıt altına almış, Hz.Ebubekir (ra) biraraya toplamış, Hz.Osman (ra) Kureyşi arapçası üzerine tek kitaba tanzim edip 6 adet çoğaltmıştır.
Alemi emirden gelen ruh mahiyet itibariyle bilinmediği gibi ona derc edilmiş tevhid hakikati esma-i ilahinin reşhalarıdır. Bu açıdan ondaki bu reşhaların peşinden gidenler ten kafesinden azad olabildikleri ölçüde, vicdanının derinliklerinde tevhidi haykırışları tâ Kalû Belâ’dan duyarlar. Unutmamak gerekir ki ruh beden elbisesini giyer ama mahiyetide mahluktur.
SORU = Kûr’an-ı Kerim ile Kainatı Kebiri Kûr’an arasındaki fark nedir?
CEVAP = Kûr’an-ı Kerim Allah’ın kelâm sıfatındandır. Kainat ise Allah’ın kudret kalemiyle yazılmış esma-i ilahinin tecelligâhıdır. Bu tecelliler nasût / melekût / ceberût alemde cereyan etmektedir. Kainatın son noktası olan Sidretûl Münteha’ya kadar mahluk olma özelliği devam eder. Allah’ın isimleri ise sonsuzdur. O’nun isimleri mahluk alemine ancak tecelli eder. İşte ilk tecelli mertebesi imkan ile vücub noktasıdır. Oradan nasût aleme kadar binlerce perdeden nüzul ederek insan / cin / melek / hayvan / bitki vs ye iner. Zira sonsuz isimler sonlu ceberût / melekût / nasût alemlerde Zat-ı Bari itibariyle bulunmaz. Kûr’an / Tevrat / İncil / Zebûr vs ilahi beyanlar Allah’ın kelâm sıfatından geldikleri için esma-i ilahinin tecellilerinden farklıdır. Vahdeti vücudçular meseleyi nasût alemden Sidretûl müntehaya kadar taşıyarak nihayetinde herşeyi esma-i ilahiye hasrederler. Halbuki esma-i ilahinin kendisi ile mahlukat sahasına girmiş olan tecellileri arasında yaratılmışların yer yer tasarrufları vardır. Bu açıdan Mabud (cc) ile mahluk birbirinden ayrılır. Buna vahdeti mevcut diyoruz. Kainatı Kebiri Kûr’an Allah’ın tüm isimlerinin tecellileriyle biraraya gelmiş mahluktan müteşekkil bir kitap iken vahyi ilahi ise Allah’ın sıfatlarından olan kelâmullahtan müteşekkil kitaplardır. Bu açıdan vahyi ilahi mebde ve münteha adına tamamen Allah’a ait olup, katiyen mahluk değildir. Her ikiside kendine has harflerle Allah’ı ifade etsebile kainatın hem mahiyeti hemde elbisesi mahluk iken vahyi ilahinin elbisesi olan ses / harf / harekeler mahluk olmasına rağmen mahiyeti mahluk değildir. Hatta İncil yazı ve harflere dönüşmek yerine önce Hz.İsa’da (as) beyan oldu. Bu nedenle ona biyolojik vahy dendi. Nihayetinde Hz.İsa ibni Meryem’de (as) harf ve ses gibi sonradan yaratılmış birisi olarak eşrefi mahluktu. Manaya kör bir topluma risalet için gelen Hz.Mesih (as) İncil’i temsil keyfiyetiyle takdim edip, semâya ref edilirken havarileri ondan işittiklerini yazıya döktüler. Maalesef bu beyanların hangisinin vahy hangisinin Hz.İsâ ibni Meryem’e (as) ait olduğunu tefrik edemediler.
Rabbim cümlemize hakikati Kûr’an-ı Azimûşşana dilbeste eylesin… (inşa Allah)
NOT = Güneş zatı itibariyle dünyanın içinde bulunmaz ama şualarıyla dünyanın belli yerlerinde bulunabilir. Tecelli her ne kadar güneş ve şuası gibi olmasabile insan idraki adına benzetilebilir. Onu öz itibariyle dile getirmek ise mümkün değildir. Ancak Allah’ın lûtfu keremiyle bazı ilhamat ve ilmi ledûn ihsanları, keşf ikramlarıyla nüzul perdeleri arasındaki farklar tefrik edilebilir.
Işık kesif olduğu yerin belli derinliklerine inemez ama nûr iner. Bu nedenle nûrdan yaratılan melekler güneşe nispetle dünyanın her yerinde olabilir. Ruhta mahiyet itibariyle güneşten daha üstün özelliklere sahiptir.
Hz.Muhammed (sav); “yedi kat arz ve sema kürsiye nispetle çöle atılmış halka kadardır. Allah’ın arşına nispetle kürside ancak çöle atılmış halka kadardır” buyurur. Yani kainat kürsinin, kürsi arşın yanında deryadaki damla kadardır. Allah’ın sonsuz varlığına nispetle bunların hepsi birlikte bir hiç kadardır.

SORU = Vahy ile ilham arasındaki tecelli farkı nedir?
CEVAP = Aslında vahyin diğer manası tecelli olarak kabul edilir. Biz yinede bu manada kullanmayıp, perdeler arkasından varlık alemine uzanan reşhalar olarak kabul edelim. Haddizatında vahy ve ilhamda bu açıdan Zatı Bari’den (cc) varlık alemine uzanan reşhalardır.
Vahy Allah’ın kelâm sıfatından rasûllerine birer nüzul iken, ilham ise Allah’ın Alîm isminden mahlukatına (insan / cin / melek / hayvan vs) tecellidir. Tabii vahyin mertebeleri olduğu gibi ilhamında mertebe ve çeşitleri bulunmaktadır.
Sidretûl Müntehanın yamaçlarında Hz.Muhammed’e (sav) inzal olunan Kûr’an ayetlerini en üst perdeden bizzat Zatı Bari (cc) vahyederken, Hz.Mûsa’ya (as) ağacın perdedarlığında yapılan ilk vahy farklıdır. Yine Hz.Cebrail (as) vasıtasıyla yapılan vahy onlardan daha farklı mertebelerdedir. Vahyolunan hakikat ise mahiyet itibariyle Allah’a (cc) ait olduğu için müsavidir.
Allah’ın her isminde tüm isimler (nitelik) mümdemiçtir. Bu neden Alîm isminde Habir / Hakim / Zahir / Batîn vs isimlerde mevcuttur. Misalen Allah (cc) kuluna bir hakikati ilmen ilham eder. Alîm ismi tefekkür şeklinde tecelli edebilir. Yada Burhan isminin tecellisi olarak rüyada misallerle sunulabilir. Yada herkesin baktığı ama sadece sana hakikati Zahir isminin tecellisiyle gördürebilir. Yada meselenin hikmetini bir ayet veya esbabı nüzûlü işaret ederek Hakîm isminin tecellisiyle aksettirebilir.
Kısacası rasûlde vahy, kulda ilham olur.

14502786_1015958185197643_9116332701250863857_n

Yorum bırakın