HACC İBADETİNDEN YANSIYANLAR

Müslüman dünyası namazdaki hareketlerin kültür fizik açısından onlarca faydasından bahseder. Hakeza her ramazan ayında tutulan oruçların vücud sıhhatine olan katkıları dillendirilir. Mesele hacc ibadetine geldiğinde ise hepsi sessizliğe gömülür. Zira Mekke’nin ne havası, ne beldesi hiçbir şey sunmaz.
Allah’ın dünya güzellikleri adına herşeyden mahrum kıldığı bu dağlık ve çorak bölgede tarım ve hayvancılık yapmak dahi imkansızdır. Haddizatında zemzem suyuyla birlikte insanlar bu beldede yaşamaya başlamıştır. Tek gelirleri ise Kâbe’den ötürü din turizmi olmuştur. Burada yaşayanlar temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Yemen ve Şam civarına ticari kervanlar göndermiştir.
Muhtelif dinleri inceleyenler hep Hacc hususundaki ritüelleri merak etmiştir. Haddizatında müslümanlarında kendi içlerinde sorup, cevaplarını alamadıkları bu ritüelleri acaba neyi sembolize etmektedir. Meseleyi sadece “Allah emrettiği için namaz kılar, oruç tutar, hacc ederiz” şeklinde ele almak tam sadakat mi? Yoksa acizliğin kaçamak hali mi? Namaz ve oruç hususundaki hikmetler sıralanırken çoşanlar nedense hacc hususunda durgun suya dönüşüyorlar.
İslâm dinini kabul eden her fert bu meselede fikir çilesi çektiği müddetçe zannediyorum kalbine ve aklına nice ihsanı ilahinin feyzinden ilhamlar akacaktır.
—Neden müslümanlar Mekke’deki bir binayı ziyaret etmek zorundadır?
—Neden müslüman erkekler iki bez parçasıyla bu ritüelleri yerine getirir? (İHRAM)
—Neden müslümanlar bu ibadete telbiye ile başlar?
—Neden müslümanlar kara taşa (hacerûl esved) selam verir?
—Neden müslümanlar taştan bir binanın çevresinde dönerler? (O binaya ruhlarımız feda olsun) (TAVAF)
—Neden müslümanlar iki tepe arasında gidip, gelirler? (SAFA – MERVE)
— Neden müslümanlar boş bir arazide belli bir vakit oturuyorlar? (ARAFAT VAKFESİ)
—Neden müslümanlar belli bir alanda sabahlıyorlar? (MÜZDELİFE – MİNA)
—Neden müslümanlar 3 tane taş sütunu taşlıyorlar?
—Neden müslümanlar bu ritüellerin ardından kurban kesiyorlar?
—Neden müslümanlar ritüel olarak saçını keser?
—Neden müslümanlar veda tavafı yaparlar?
—Hacc ibadetinin farzı olmadığı halde neden müslümanlar Medine’ye Hz.Muhammed’i (sav) ziyarete giderler?
Allah’ın zatı, sıfatları ve esması dışında herşeyi düşünmeye İslâm dini izin vermektedir. Zira Allah ve ona ait herşey sonsuz olduğu için bizim gibi aciz mahluklar ne onun zatını ne özelliklerini mahiyet itibariyle idrak edemez. Sadece Allah’ın icraatlerini temaşa edebiliriz. Bu nedenle Allah’ın bize layık gördüğü İslâm dinine has ritüelleri tefekkür etmekte bir sakınca yoktur.
Kûr’an-ı Kerim’de Allah; “andolsun insanlar ve cinleri bana kulluk etmeleri için yarattım” buyurmaktadır. Bu açıdan insanların hayatına dair dürüstlük, cömertlik, yiğitlik, ahde vefa, samimiyet, iffet, izzet, sadakat, doğruluk, tertemiz duygulara sahip olmak, kendisine güvenenleri aldatmamak, varlıklar arasındaki ilişkileri temaşa etmek hatta onlara müdahil olmak vs bu kulluğu temsildir.
Kainattaki bütün varlıklar muazzam saltanattaki icraate iştirak ederek bu mükemmel organizasyonda yer alır. Yıldızlar, gezegenler, dağlar, bitkiler, hayvanlar idrakleri olmadığı halde vazifelerini mükemmel bir şekilde yerine getirerek, herşeyin verasındaki Zatın (cc) emrine itaat ettiklerini gösterir. Rahman sûresinde “yıldızlar ve bitkiler secde eder. Allah semayı yükseltti ve mizanı koydu. Sizde aranızda o mizana uyun” buyurarak hiçbir şeyin tesadüf değil bilakis kulluğa ait olduğunu haber vermektedir.
Aslında inanan veya inanmayan herkes kainattaki bu cari kanunlara mecburen uymak suretiyle inkar ettiği Zatın (cc) emrine kerhende olsa râm olmaktadır. Hacc sûresindeki ayet gökte ve yerde bulunanların ekseriyetle Allah’a secde ettiklerini nazara vermektedir. Burada ap-açık isyan edenler, sadece insanlar ve cinlerden bazı kimselerdir.
Bu girizgahtan sonra asıl hacc ile alâkalı ritüellere başlayabiliriz.
—Allah bizleri kulluk için yarattı. Hatta bizlerden sadece ruhlarımızın mevcut olduğu Kâlû Belâda iman ve kulluk adına şahidlik edeceğimize dair ahd (yemin) aldı.
—Kûr’an-ı Kerim’de “ne olursanız olun mutlaka müslüman olarak ölünüz” buyurulmaktadır.
—Hz.Muhammed (sav); “gücü yettiği halde Hacca iştirak etmeyenler, ister Yahudi ister Nasrani (Hristiyan) dini üzerine ölsünler” buyurur.
Bu ayet ve hadis bizlere İslâm dininin sembollerinden olan hacc ibadetinin çok önemli olduğunu haber vermektedir. Kelime-i şehadetten sonra müslümanın en önemli vasfı namaz, oruç, zekat, hacc ibadetleridir. Ona mazeretsiz iştirak etmeyen birisinin müslümanlığında çok büyük bir eksikliğin söz konusu olacağı haber verilir.
Allah için insanların ilk yaptıkları bina Kâbe’dir. Hz.İbrahim (as) ise onu temelleri üzerinden tekrar inşâ etmiştir. Madem varlığımızın gayesi kulluktur! O zaman hayatımızın her merhalesi kullukla bezenmelidir. Kûr’an-ı Kerim’de Hz.İbrahim’in (as) insanları bu beyte davet etmesi emredilir. Bizlerde bu davete icabet ederiz. Adeta her birimiz kulluğu sembolize eden bu mabedi kalb ikliminde tekrar inşa ederek, Hakk katındaki safımızı ilan ederiz.
Kişi kâlû belâda verdiği sözü yerine getirmek için aslında hacca iştirak eder. Neden mi?
Müslümanlar 3 yerde kayıtlıdır. “Yaş ve kuru her ne varsa biz onu bir kitapta topladık” ayeti hem Levhi Mahfuz hemde Kûr’an-ı Kerim’i işaret etmektedir. Zira Kelamullah mahiyet itibariyle herşeyi kapsayıcı özelliğe sahiptir. Ana rahmindeki cenine ruh üflenirken şaki veya said olduğu ilmi vücuduna asılır. Müslüman olduğunun son kaydı ise Kâ’bedeki hacerûl esved olup, hacılar selâm vererek onu şahid tutarlar. (Kainattaki herşeyin kaydetme özelliğini tekrar ele almaya gerek duymuyorum) İşte insanlar hacca iştirak ederek hem müslümanlıklarını hem kalû belâdaki (ahd) yeminlerini ispat edip, hacerûl esvedi şahid tutarlar.
Varlığın özü kulluk olduğu gibi onun en üst perdeden temsili insanlar arasından peygamberlere haddizatında Hz.Muhammed’e (sav) lutfedilmiştir. Bu açıdan yıldızlar, gezegenler, dağlar, hayvanlar, bitkiler vs mahlukların kulluğunu ifade adına imamet makamına insan getirilmiştir. “Yeryüzünde halife yaratacağım” ilahi beyanıyla Allah, melekler ve onların safında bulunan cinlerden İblis’e Adem’e secde etmelerini emreder. Bu açıdan tüm mahlukatın halifesi insan olup, onlar arasında peygamberler, onlardan ûlûl azm peygamberler seçilmiştir. Sidretûl Mûntehaya teşrifiyle Hz.Muhammed (sav) kulluğu en üst perdeden Allah’a (cc) takdim etmiştir.
Hz.Adem’in bedeni melekler için kıble olduğu gibi Kâbe’de bizim için sadece kıble özelliğine sahiptir. Melekler ve biz Allah’a itaat ettiğimizi ispat etmek için emrettiği şeye secde ederiz. Bu açıdan Adem ve Kâbe’nin başka bir esprisi yoktur.
Allah gökte meleklerin tavaf ettiği Beytûl Mamûr misali bir binayı insanlara Kâbe olarak lutfetmiştir. Haddizatında bizler taş sütuna değil onun çevrelediği nurani koridoru kıble ediniriz. Hz.Adem (as) işte bu amûdi nurani koridorun yerini belirlemek suretiyle çevresini taşlarla binaya çevirmiştir. Haddizatında Kâ’beyi yerin altında cinler, arzda insanlar, gökte ruhaniler ve melekler Sidretûl Mûntehaya kadar tavaf ederler.
İnsandaki kulluk misyonu ile arzın göbeğindeki Kâbe’den Sidretûl Müntehaya doğru uzanan nurani koridor sarmaş dolaş bir muhabbet televvünüyle kendi kâbe kâvseyn çizgisini oluşturur. Zira müslüman hacca ancak Allah’a kavuşmak için iştiyak duyar. Günde 5 defa kalb kıblesini çevirdiği bu nurani atmosfere ömründe bir kere icabet ederek, adeta sergüzeşti hayatını takdim eder. Hz.İbrahim (as) ve ailesinin kulluğunu Allah bizlere emsal olması adına adeta ibadet formatında takdim etmiştir. Bu açıdan bizlerde dünyevi hayat adına ortaya koyduğumuz kulluğumuzu ibadet formatında Allah’a takdim ederiz.
Kûr’an-ı Kerim’de bazı şahıslar ve hadiseler nazara verilerek emsal teşkil eder. Zûlümde Nemrud, egoda Firavûn, dünyaya hırs göstermekte Yahudiler, hased hususunda Hz.Yusuf’un (as) kardeşleri, livatada Hz.Lût’un (as) kavmi, zulümden kaçak Ashabı Kehf, elçilere arka çıktığı için katledilen Sahibi Yâsîn, Firavun hanedanlığında hak ve hakikati haykıran insan vs günümüzde yaşanan hadiselere birer örnek teşkil eder. Bunun gibi Hz.Muhammed (sav) devrindeki Uhud / Hendek / Huneyn harpleri, Hz.Aişe’ye (ra) atılan iftira, Hz.Zeyd (ra) hadisesinde Arap âdetlerini yıkmak için üvey evladının boşadığı kadını Hz.Muhammed’in (sav) nikâhlamak zorunda kalması, Talha bin Ubeydullah’ın (ra) misafirine ikram edecek bir tas çorbası olduğu için çocuğunu aç yatırıp kaşığını boşa sallaması, fakirliğin zirvesi olan Ebû Akîl’in (ra) tüm gece kuyudan su çekerek gelirinin yarısını sadaka vermesi birçok meselenin bâm telini temsil eder. Aslında bu hadiseler “iman 70 şubedir! En üstte Lâ ilâhe illâllah, en altta yoldaki zararlı şeyleri (insanların zarar görmemeleri için) temizlemektir” hadisince imana dair reşhaları haber vermektedir. (FITRATÛL İMAN adlı makaleyi okuyabilirsiniz)
Hayatımız kulluk ekseninde programlandığında bizler kâh egosu şişen firavun, kâh zûlmü ateşten alevlere ulaşan Nemrud, kâh elçilere sahip çıkan Habib-i Neccar, kâh eraciften hicret eden Hz.Lût (as) ailesi oluruz. Bir nevi Kûr’an-ı Kerim rol modellerle herkesi iyi ile kötü arasında somut tercihlerle başbaşa bırakır. Bu nedenle herkes cennetteki memnu meyve karşısında “sakın yemeyelim”, Hz.Salih’in (as) dinin izzetini temsil eden devesini “sakın kesmeyelim”, Hz.İbrahim (as) ile Hz.İsmail’in (as) Kâbe’yi inşasını “bizde iştirak edelim”, Firavunun zulmünde Hz.Mûsa (as) ile “Kızıl denizi yararak geçelim”, Nemrud’un mancınığındaki İbrahim için “ya ipleri tutalım veya ateşe su taşıyalım”, Hz.Lût’un (as) çaresizliğinde “ona arka çıkalım”, Hz.İsa’nın (as) havarileri arasında davalarına yardımcı olalım, Hz.Muhammed’e (sav) “Akâbede biat edelim” deriz. Günümüzdeki Hristiyanların Hz.İsa’yı onların akidesine göre onun gibi çarmıha gerilmek istemesi yada Şianın Kerbela’da katledilen Hz.Hüseyin’in (ra) safında olduğunu göstermek için o beldeden aldığı taşa secde etmesi hep bazı duyguların dışarıya vurumudur. (Tabii bunlar bazı hududlar açısından tartışmaya açıktır) Bizlerin Hz.Muhammed (sav) ve ashabının yaşadığı devri idrak etmek için o kutlu beldeleri ziyaret etmemiz, vahyi hissetmek için Hira’ya gitmemiz, Sevr’de O’nunla birlikte gizlenmek isteyimiş, hicret gecesi O’nun yatağına uzanma arzusu, Rıdvan ağacında O’na biat etme talebimiz bundandır.
Allah kullarının bazı amellerinden hoşnut olduğunu veya olmadığını ilahi beyanlarında zikrederek emsal göstermektedir. Ebu Leheb’in yeğeni olan Hz.Muhammed’e (sav) yaptıkları kıyamete kadar dillerden düşmediği gibi Allah yolunda kulluk edenlere zulme edenleri de bu vesileyle ikaz etmektedir.
Hz.İbrahim (as) ve ailesinin sadakat ve samimiyetini ise hacc ibadetinin sembolleriyle kıyamete kadar hatta ebediyete kadar zikretmiştir. Zira Hz.İbrahim (as) fıtratı temsil ediyordu. O (as) yaratılıştan gelen hak ve hakikatleri temsil ederek hayata hayat kılıyordu. Risaletini tebliğ ettiği beldelerde kimse ona iman etmediği için mahsun bir gönülle Allah’a yakarıp, bu davayı devam ettirecek evlat talep ediyordu. Tüm hayatını hep bu duygu ve düşünce etrafında şekillendiren Hz.İbrahim (as) put satan babasının aksine kainatın yaratıcısı olan Zatı (cc) aramıştır. Bu açıdan kendisi muvahhidleri temsil eden hanif dinine sahiptir. Hanif duyguları ifade eden sadakat, doğruluk, dürüstlük, misafire ikram, cömertlik, yiğitlik vs onun hayatının her anında hissedilir. Kûr’an-ı Kerim; “putları diline dolayan genç” olarak bildirir. Acaba bizler mal ve konumuza halel geleceği endişesine kapılmadan herdaim bu yiğitliği gösterebilirmiyiz?
Başka bir yerde davası için evlad talep ettiğine dair duasından imtihan adına onun Allah yolunda kurban edilmesi rüyasında 3 kere emredilir. O ve oğlu Allah’a tam bir sadakatle imtihanı kazanır. Böyle destansı bir hikayeyi Kûr’an ebedileştirir. Bizler gerçekten Allah için mi dünyaya meyl ediyoruz? Yoksa din tüccarları gibi O’nunla (cc) ucuz pazarlığa mı düşüyoruz? Gerçekten mal ve canımızı Allah yolunda infak edecek civanmertliğe sahip miyiz? Herşeyi O’nun (cc) yoluna kurban edebilirmiyiz?
Kendisi oğluna hamile olan Hacer validemizle diğer eşinin kıskançlığı üzerine Bekke (Mekke) vadisine gider. Orada Hz.Hacer (ra) ile küçücük bebek olan Hz.İsmail’i (as) ıssız çölde yapayalnız bırakır. Hz.Hacer (ra); “Ey İbrahim! Bu senin tercihin mi? (Yani bizi ölüme mi terk ediyorsun) Yoksa Allah’ın emri mi?” diye sorar. Hz.İbrahim (as) ona Allah’ın emri olduğunu söyler. Bunun üzerine Hz.Hacer (ra); “o zaman git zira Allah bizi zayi etmez” buyurur. Müthiş bir tevekkül söz konusudur. Hz.İsmail’in açlıktan hıçkırıkları üzerine anne yüreği dayanamaz ve Safa ile Merve arasında koşuşturmaya başlar. Tüm sebepler sükut ettiğinde ise onlara hiç ummadıkları yerden rızıkları verilir. Allah Hz.İsmail’in minik topuğunu vesile kılarak oradan zemzem suyu çıkarır. Bizlerde sebeplere tastamam riayet edip, neticeyi tam bir teslimetle Allah’a bırakmalıyız. Ancak bu şekilde dünyanın gaileleri arasında koşuşturmalardan felâha erebiliriz.
Çok seneler sonra Hz.İbrahim ile Hz.İsmail Allah için Kâbe’yi temelleri üzerine tekrar yükseltir. İşte bu kadar salih bir aile bu binayı inşa eder. Kıyamete kadar makamı İbrahim ve İsmail bizlere ihlas ve samimiyetin soluklarını duyurur. Bu nedenle Kâbeyi ancak bu kadar salih ve nezih insanlar kalp ikliminde inşa edebilir.
Kûr’an-ı Kerim’de şeytan “andolsun onların sağından, solundan, önünden, arkasından geleceğim. Onlardan pek azı müstesna (salih) sana ibadet eden olmayacak” haber verir. Bu kutlu aileyide sadece Allah kendileri ve melekleriyle imtihan etmez. Şeytanda onları dosdoğru yoldan alıkoymak için defaatle iyi işleri çarpıtmak suretiyle gelir. Böyle bir hadisede Hz.İbrahim (as) onu taşlayarak kovmuştur. (ŞEYTAN TAŞLAMA) Allah’ı bizden alıkoyan dünyanın geçici güzelliklerini, nefsi arzularımızı, şöhret beklentilerimizi, kötü arkadaşların teşviklerini, hayatı ballı zehir olarak takdim eden şeytanın vesveselerini taş yağmuruna tutmalıyız.
Aslında bizler Hacc ibadetinde semboller üzerinden sergüzeşti hayatımızı takdim ederiz.
İki bez parçasıyla teşrif ettiğimiz dünyadan yine iki bez parçasıyla ahirete yürüyeceğimizi hacc esnasında giydiğimiz ihramla temsil ederiz.
Makro alemde gezegenlerin, mikro alemde elektron ve protonların dönüşlerine icabet ederek bizlerde Kâbe’nin çevresinde dönerek kainattaki muazzam kulluk organizasyonuna adeta iştirak ederiz.
Dünyanın binbir dertleri arasında savrulurken Allah’ın kainattaki cari kanunlarına ne kadar riayet edip, etmediğimize ve vazifemizi şartlar nispetinde yerine getirip, O’nun (cc) taktirine ne kadar sadakatle rıza gösterip, göstermediğimiz Safa ile Merve tepeleri arasında ümit ve korkuyla koşturarak sembolize ederiz.
Mahşerin provası niteliğinde olan Arafat meydanında amellerimizin tartıya girdiğini düşünerek, havf ve reca ikliminde bekleriz. Orada af kapısından alamadığımız berât için müzdelifede mücrim misali sabahlarız. Uyeyne ibni Yezid misali hıçkırıklar içinde halimizi Allah’a arzederek; “acaba Sonsuz Kerem ve İhsan sahibi olan Zat (cc), bizlerede fazlû kereminden ihsanda bulunur mu?” hacaleti içinde iki büklüm oluruz.
Bir daha bu zillete düşmemek için Hakk yolundan alıkoyan şeytan, nefis, dünyalık adına kerih her ne varsa taşlamaya dururuz. Öyle bir mihnete tekrar düşmeyi ateşe girmeye denk görürüz.
Allah’a olan kurbiyetimizi Habil gibi en semiz hayvanı tasadduk ederek ilan ederiz. Zira bizde ne Hz.İbrahim (as) ne de Hz.İsmail (as) ihlası yoktur. Bu nedenle onlara ihsan edilen koç bizim hayallerimize dahi uğramaz. Fakat niyetimiz hep Hz.İbrahim (as) Hz.İsmail (as) yolundadır. Hatta İslâm davası adına zürriyetini devam ettirmek isteyen bu kutlulara “biz sana Kevser’i verdik. Sende kurban kes ve namaz kıl. Nesli kesik onlardır” ilahi beyanıyla Hz.Muhammed’in (sav) ümmeti olarak İslâm davasının kurbanları olmaya azmi râh ettik.
Dünyanın peşimize takılan evlad, mal, makam sevgisinden rûcu ederek saçlarımızı keseriz. Bu şekilde günahlarımızın bizden döküleceğini ümid ederiz. Tekrar Allah’a kavuşma arzumuzu ilan etmek için Kâbe’ye veda tavafında bulunuruz. Aslında Kâlû Belâ’daki ahdimizi yerine getirdiğimiz Kâbe’yi, cennetûl firdevste Allah’ın cemalini temaşa etmek maksadıyla geldiğimizi, vuslat arzumuzla acizane beyan ederiz.
Bize bu hakikatlerin ulaşmasında büyük hizmetler ortaya koyan ashabı kiramı yine Allah Rasûlünün (sav) ziyaretinde hayrla yad eder ve şunu söyleriz. Eğer Allah Medine’yi ve bilhassa Allah Rasûlünü (sav) ziyaret etmeyi bize teşvik etmeseydi şayet bizler yinede vefa adına kendisini muhakkak ziyaret ederdik! Zira O (sav) bizim miraç gecesindeki biricik efendimiz, hayatımızdaki yegane rehberimiz, mahşerdeki livaûl hamd sancağında şefaat beklediğimiz peygamberimizdir…
HACC işte hayatımızı takdim ettiğimiz sembollerle dopdolu bir ibadettir. Asıl mesele biz hacc da neyi takdim ettik? Oraya hangi yüzle gittik? Nasıl bir muameleye tabi tutulduk? Bundan sonraki hayatımızda neyi temsil edeceğiz? Mahşerde neye muhatap olacaksak hepsi burada icra edilmektedir. Kim Allah’a kavuşmak için hacca iştirak ettiyse muhakkak O’na kavuşacaktır. Kim dindar idareci veya tüccar, alim zat, mütedeyyin insan düşüncesiyle gittiyse yorgunluk ve zilletten başka birşey yoktur.

a

 

Yorum bırakın