NEBİNİN ŞEFAATİ / VELİNİN HİMMETİ / SALİH AMELLERİN VESİLESİNE DAİR…

Kûr’an-ı Kerim’den nur efşan beyanlarından birkaç tanesiyle kapıyı aralayalım inşa Allah…
— “Allah’a vesilelerle yol tutunuz”
— “Allah’a ancak güzel sözler ulaşır. Onu da ancak salih ameller yükseltir”
— “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var”
— “Dua ediniz, icabet edeyim”
— “Ey rasûlüm! Bizim dilediğimiz müstesna sen şefaat etsende, ona nasip olmaz”
— “İnsana amelinden başkası yoktur”
— “Halinizi değiştirmedikçe, üzerinizdeki takdirimi değiştirmem”
— “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz”
(dilemek = iki şeyden birisini tercih etmek)
Allah rasûlünün (sav) birkaç veciz hadisini nakledelim…
—İlim için 3 kişi yolculuğa çıkar ve ihtiyaç için mağaraya girerler. Büyük bir kaya ise yuvarlanarak, mağaranın girişini kapatır. Kayayı oynatmaya dahi muvaffak olamayan bu 3 salih insan amellerini dualarına vesile ederler. İlki çocukları aç oldukları halde ebeveyni hasta iken sabaha kadar başlarında süt içirmek için beklediğini söyler. İkincisi güzel bir kadının kendisini arzetmesine rağmen bundan ictinab ettiğini beyan eder. Üçüncüsü maaşını almadan giden işçinin parasıyla koyun alıp, nemalandırarak senelerce sonra tekrar geldiğinde sürü şeklinde teslim ettiğini belirtir. Hepsi de bunu sadece rızayı ilahi için yaptıklarını belirtir. Bu ameller hurmetine dua ederler ve kabule karin olurlar”
—Benim şefaatim ümetimden günahı kebair olanlaradır.
(Bu şefaatin asgari seviyesi olup, azami seviyesi ise tüm mahlukatın ubudiyetini kab-ı kavseyni ev ednâ mertebesinde takdim etmesidir)
Ashabı Kiram efendilerimizden birkaç nakilde bulunalım…
—Hz.Ömer (ra) yağmur duasında Rasûlü Ekrem’in (sav) amcası olan Hz.Abbas ibni Abdûlmuttalib’in elinden tutarak, vesile eyler. Ardından rahmeti ilahi yağmaya başlar…
— Allah Rasûlü (sav); “İçinizden öyleleri var ki; üstu-başı dağınık olduğu için kimse kıymet vermez ama el açıp, dua etse Allah (cc) onu geri çevirmez. Sad ibni Malik (Enes bin Malik’in kardeşi) bunlardandır. Nitekim Yermük’te harb çok şiddetlenince sahabi ondan dua etmesini rica eder. İbni Malik (ra); “Allah’ım müslümanları muzaffer, beni şehid eyle” buyurur. Duası kabul olmuştur…
— Sahabe kadınlarından birisinin çocuğu vefat eder. Çok mihnet çeken bu kadın acıya dayanamaz ve halini Allah’a arzeder. Bu samimi duaya icabet edilir ve genç tekrar dirilir. Yahudiler dahi bu hadiseye şahid olur.
Çölde haramilerin eline düşen bazı sahabi hususi bazı kelimelerle Allah’tan imdat ister. Çölde bir mızrağın düşmanını yarıp, geçtiğine şahid olurlar. (Hayatûs Sahabe kitaplarında mevcuttur)
Zamanın kıymetli zatlarından birkaç tane hadiseyi ilave edelim.
Mısır’da kuraklık üzerine halk Niyazi Mısri’den dua talep eder. Kendisi ise derin bir muhasebeyle şehirden ayrılarak duaya durur. “Allah’ın günahlarımdan ötürü masumları muaheze etme!”
Muhyiddin ibni Arabi (ra) çok hastaydı. Rüya aleminde birileriyle boğuşuyor gibi kıvranıyordu. Uyandığında yanı başında Yasîn sûresinin okunduğunu görür. Hadiseyi merakla soranlara şöyle cevap verir. Mana aleminde şeytanlar bana saldırıyordu. O esnada imdadıma birisi yetişti. Adını sorduğumda ise bana Yasîn dedi. Uyandığımda Yasîn sûresinin okunduğunu ve onun imdadıma yetiştiğini anladım.
1971 darbe döneminde anarşiyi kontrol altına alamayan devlet, birçok masumu canilerle birlikte katletmişti. Rüyada Said Nursi’nin nur talebelerini bir odaya attığı görülür. Derken Fethullah Gülen ve talebeleriyle birlikte birçok risale-i nur şakirdi tutuklanarak, hapse atılır. Meğer zahiren şer görünen, onlar için hayr olur…
Bediuzzaman tarihçe-i hayat veya Said Nursi kitabında belirtir. Çocuk iken birşeyimi kaybettiğimde şunu söylerdim. Ya Abdûlkadir Geylani! Sana bir fatiha benim falan şeyimi buldur! Ardından o şeyimi bulurdum!
ARTIK MESELENİN ÖZÜNE GELELİM
Bazı veli zatlara gaybi ihsanlar verilebilir. Hadisenin önünü almak mümkün olmayabilir. Allah (cc); ehlullaha bazı hususi teveccühlerle icabet lutfunda bulunabilir. Bazı veliler bunun farkında olabilir, bazıları ise olmayabilir. Naz makamındaki bu hadiseler meselenin muhataplarına farklı izhar edilebilir. Bu tür şeyler ehlullah için çok normaldir…
Sahabiden bazı zatların da duaları / talepleri geri çevrilmezdi. Cemaat içinde ashabı bedir bunun için çok okunur. Zira Hz.Cebrail (as); “Ashabı Bedir’in yeri ayrı olduğu gibi ona iştirak eden meleklerinde ayrıdır” buyurur.
Allah (cc) dilediği kuluna dilediği ikramda bulunur. Bazen bir cemaat el açıp, dua eder ama karıncanın samimi ilticasına icabet olur. Nitekim Hz.Süleyman (as) döneminde umumi kıtlık için toplu dua edilmek istenmiş, karıncanın sırtını yere dayayıp, el ve ayaklarıyla münacaat ettiğini gören Hz.Süleyman (as) ahalinin talebine ihtiyaç kalmadığını belirtir.
Bazen afetler üzerine tüm halk içlerinde peygamber bulundurarak dua ederde günlerce Allah icabet etmeyebilir. Nitekim Hz.Mûsa (as) döneminde böyle bir hadise gelişir ve sebebini sorar. “İçinizde günahkar var” cevabını alınca, toplu istiğfar ederler ve ardından taleplerini ilahi dergaha arzederler.
Allah’ın (cc) veli kullarına hususi ikramları olur. Bu zatlar yolun başında muhatabının içinden geçene cevap verir ama hikmetini bilmez. İkinci merhalede muhatabın icinden geçeni bilerek cevap verir. İleri ki merhalelerde meselelerin perde arkasına yer yer muttali olmaya başlar. Bazılarının konumuna göre sırları kalbine akmaya başlar. Bu velilerden bazılarına bu sırlarda tasarruf hakkı arasıra verilir. Mecbur kalmadıkça bunları fâş etmeleri mahremiyete uygun düşmez. Hatta Abdûlkadir Geylani / Marûfu Kerhi / Şeyhûl Harrani / Bediuzzaman Said Nursi gibi bazı zevata vefatından sonra dahi tasarrufta bulunmayı ihsan etmiştir.
NETİCE-İ KELÂM = “İyyâke nâ’bûdû ve iyyâke nestâîn” ayetinin ifadesiyle sadece Allah’a ibadet edip, ondan isteriz.
Lakin o kıymetler üstü dergaha vesilelerle yol tutmayı edepten biliriz.
O’na (cc) en sevdiği kullarının arkasından avdet etmeyi makamın mahremiyetinden biliriz.
Günahkâr halimiz ve kırık dökük amellerimizle değil o tertemiz gönül insanlarının (enbiya / melaike / havari / ensar / ashabı bedir / evliya vs) hatırıyla tüm kalbimizi arşı alânın eteklerine sürmeyi arzu ederiz.
Bazen bir esmayı sadece zikrederek, onun sonsuz hazinelerine herşeyimizle iltica ederiz.
Bazen ona dahi cüret edemeyerek, sadece Habibullahı (sav) / Halilullahı (as) / Kelimullahı (as) / Ruhullahı (as) nazara vererek, susmayı yeğleriz.
Bazen günahlarımızın o kutlu meclisinin seçkin kullarına ilişmesine dahi razı olmayarak, ashabı kiramı nazara vermeyi tercih ederiz.
Bazen “Biz kim? Ashabı Rasûlullah kim?” hicranıyla evliyadan / asfiyadan / sulehadan / şühedadan birisini dillerdirmek isteriz.
Bazen içimizden bir ses “Ey mücrim! Haddini bil!” yankılarıyla ikaz edince, müflis gibi dağarcığımıza döner acaba salih bir amelim var mı? İniltileri arasında gecenin bir vakti seccadeyi ıslatarak, sadece talihsiz / vefasız / gamsız halimizi hıçkırıklar içinde “tek kelime dahi etmeden” solukların göğüsü daraltıp, kalb sancılarının iflahı kesecek seviyeye yükseldiği noktaya kadar arzederiz…
Velayetin ilk mertebelerinden dahi istifade etmemiş kişilerin bu hakikatleri anlaması mümkün olmadığı gibi idrak etmeside katiyen söz konusu olamaz. Burnunun önündeki haramileri dahi tefrik etmekten aciz yobazların velilikten ziyade tüccarlıktan nasipleri olabilir. Kâ’be-i Muazzamadan bahsedip, ondan bihaber talihsizlerin halini çölde serap kovalayan nadânlardan farksızdır. Bazıları bir ömür dergahta postun bekçisi, bazıları ise fırıldak semazeni olur ama Hâk yolunun Üveysi asla olamaz…

10338909_498483050278495_25316161_n

Yorum bırakın